19 Kasım 2011 Cumartesi

Başlıca Müzik Hayatım

Başlık yine çok iddialı oldu biliyorum, niye hep nöyle oluyo bilmiyorum, aslında tamamen kişisel bi yazı yazmak istedim, bu güne kadar dinlediğim müzikleri tarzlar, aldığım kasetler cdler vs. içimdeki maddeleme hırsına engel olamıyorum devamlı maddeliyorum.

Bana bunu yazdıran esas şey şuan çalan ve bugün toplamda en az 50 olan luxus şarkısı "bi lareya" sabah otobüste gelirken kazancı bedih çalıyodu bayıla bayıla bütün albümünü dinledim. bi de sigara yaktım inip iş yerine gittiğimde luxus çekti canım, "bi lareya" yı ilk kez açtım. o andan sonra başka bişey açmadım.


Ben solcu bi ailede büyüdüm.
Müzik geçmişimi en çok bu etkiledi aslında.
hayatımın büyük bi bölümünde bildiğim şarkıların tamamı amcamın sevdiği şarkılardı

hatırladığım en eski şarkı "köyün evleri karanlık gökte yıldız pır pır eder"(asker kaçakları) dir mesela. Nazım Hikmet'in şiiri olup Grup Yorum bestesi.

"dağlarına bahar gelmiş memleketimin" de yine nerdeyse ninni çağımda bildiğim bi türküydü.

okul açılmadan salkım söğütü baştan sona okuyabildiğimi biliyorum mesela. hatta çevre radyoda bi çocuk programı vardı. orayı bi kaç kere aradığım için beni stüdyoya çağırmışlardı. Ben de çıkış parçam olan"salkım söğüt"ü okuyup o zaman yeni çıkmış olan uğurlar olsun(Selda Bağcan) coverlamıştım. Fakat bu cevvalliğim canlı yayında kayıt cihazına elimin çarpması vasıtasıyla düşürmemin gölgesinde kalmış belki de "altın çocuk" olma şansımı değerlendirememiştim. (çevre radyo şimdiki Elmadağ'daki Bambi hamburgercisinin yerindeydi. sene 94 ama hafıza iyi)

yine aynı yıllarda kürtçe müzikle de tanışıp, aşırı itici geldiğinden koşarak uzaklaştım
(şimdilerde bu davranışı ağzımın kenarında hafif bir gülümsemeyle "toyluk" olarak değerlendiriyorum)

ben tam bi Tarkan hayranıydım, "şımarık" albümü çıktı mı diye her gün gültepeye çıkıp soruyodum, mayısta gittim haziran dediler, haziranda gittim temmuzun başı, temmuzda gittim 15 gün var dediler. ilkkez televolede duydum şımarığı, allahım dedim ellerimi açıp, noolur sana yalvarıyorum bu şarkı böyle hafiften azarlarak (teknik açıklaması audiowave'i 12'den -287.5 e almak) bitmesin, nolur dedim bir final bir bişey olsun bu şarkıda, final az sonra geldi ve tanrı beni ilk kez mahçup etti, tarkan "yakalarsam muuuuuuaaaağğğğğğhhhhh" diye bitirdi şarkıyı...

Çeliğin de kasetini aldığımı hatırlıyorum, atatürk diye şarkı vardı, herkes bi şekilde piyasada kalmaya çalışıyo tabi, o da ordan gidiym demiş.
sonra Mustafa Sandal, gidenlerin ardından mıydı gölgede aynı mıydı adı o albümle çağlayan minibüsü adeta iç içe geçmiş gibi, hep mi orda dinledim ne yaptıysam (çağlayanda teyzem çalışırdı ben okuldan sonra evden teyzemin yanına gitmeye bayılırdım)

4 tane teyzem vardı benim 3 tanesinin genç kızlık zamanlarında büyüdüm ve onlar ne dinlese benim idolüm oydu o. onların skalası da genelde "birsıfıraltıyüzaltıııııyistanbulefemmm" dolaylarındaydı. Sertab Erener'e iyki aşina olmuşum o zamandan, geri kalanlarsa dönemin popçularıydı ve 90 lar kliplerinde adı geçen herkes bir kere kulağımdan ananemlerin evindeki televizyon vasıtasıyla geçmişti.

akşam okuldan geldiğimden- haberlere kadar olan bölümde taş devriyle ananemin tsm korosu çakışıyordu ve arada bir iktidarı kaybediyordum,
biraz dikkat verdiğimde, insan bunu nasıl dinler diye düşünüp ani bi hışımla bişey bulmuş gibi kalkmıştım
"ananeee sizi kandırıyolar baştaki kız şarkının adı şu dediği cümleyi daha bi kere söyleyemedi uzatıp uzatıp bitiricek geç bunu geç" demiştim.

Baba tarafında durum daha farklıydı deyişlerle cemlerle akşamı ediyorduk, ben galiba eleştirmeyi babaannemin bu şarkılar esnasındaki abartılı hareketlerine bakarak öğrendim.

Yine amcam benim müzik hayatımda çok etkiliydi. ben çocukken sadece dinlemiyordum, şarkı yazıyordum,amcamla kaset çıkarcaz diyordum, ne iş yapıcaksın dendiğinde şarkıcı olucam diyodum. tarzım da grup yorumun ve kızılırmak'ın şarkılarıyla şekilleniyordu. özgündüm yani.
Hatta bu soruyu bi keresinde ilkokuldan ortaokula geçiş sınavında gözetmen öğretmen sormuştu, şarkıcı olucam diyince sesin güzel mi ki demişti, küçük ibo ile aynı yaştaydık galiba öğretmen büyüyünce değil şimdi olacağımı düşünmüştü.

babam bu anıdan sonra bu soruyu soranlara "bilgisayar mühendisi" cevabını vermemi ezberletti. ama ben boyun eğmedim "şarkıcı, eğer olamazsam bilgisayar mühendisi" diyordum.

bunu kayıtsız şartsız ezberleyen ve lise 3 e kadar hiç sorgulamayan arkadaşım TM seçmesine rağmen bu soruya "bilgisayar mühendisi" cevabını verince bi kere daha gurrur duydum kendimle, ben bunu 7 yaşımda sorgulamıştım, o 17 yaşında ezberden gidiyordu. ülkü hoca da böyle demişti.


Pop uykusundan çabuk uyandım, türkü yoğun bir evde yaşadığımdan en son uğradığım müzik dalı da bu oldu, ama özgün müzik daha sonra rock müzik sonra ikisini beraber yıllarca dinledim,

Bende her dönemin abartılı bir müzik türü varıdr, yani ben normal dinlemem, onu buluınca sabah akşam tuvalette mutfakta, otobüste, bıkana kadar dinlerim

Bu anlamda lider Zülfü Livaneli ve ya Grup Yorum sanırım. ikisini de milyonlarca defa dinledim ikisinin de bir sürü albümü var.

Özellikle ilk arabamız "Peugeot 404"te devamlı çalan Selda Bağcan, Suavi, Edip Akbayram, Ahmet Kaya, Güler Duman, Yavuz Bingöl ve daha bir sürü sanatçıyı da az dinlemedik ama ben en çok dinlediklerimi sıralıyorum.

İlkokul 5 ve ortaokulun başı Zülfü Livaneliyle geçti Grup Yorum da yoğun olarak aynı yıllardaydı
(hiç serdar ortaç dinlememiş olmamla hala gurur duyarım)
orta okul 2 de buna rock müzik eklendi, Teoman ve Özlem Tekin'i abarttım bu kez. Grup Yorum elendi, Zülfü'yle Teoman lise ortalarına kadar müzik tarzımdı.

Lise'nin tam başı diyemem ama ilk sene civarlarında RHCP ile tanıştım, o dönem çok dinlediğim Mtv'den yazmaya değer bir onu buluyorum.

Kürtçe müziğe hala mesafeliydim, yalnız içkili ortamlarda Süleyman Amca'nın Çaye berbena'sı ilgimi çekmiyor değildi. sanki bu türküyü yan komşu yapmış gibiydi, ya da dedem kendi kendine mırıldanırken biri duymuş meşhur etmiş gibiydi, o kadar bağdaşıktı dedemle babaannemle,

Koray Candemir, Şebnem Ferah, Feridun Düzağaç, Bulutsuzluk Özlemi ve daha bir sürü bu tür müzik dinledim bu yıllarda, yeni türkü ve benzerlerini de ondan sonraki dönemimde dinledim,

Yine lise zamanı, ama henüz başları Mazlum Çimen "Çimen sesleri" albümünü aldık amcamla, galiba hala hayatımda dinlediğim tüm şarkıları iyi olan "haziranda ölmek zor" "hemavaz" ve "gülün kokusu vardı" ile birlikte en iyi albümlerdendir.

Grup çığ ve Kazım Koyuncu ortak bir konserde çıktı karşıma, ikisinin de belli dönemler fanı oldum ve Kazım Koyuncu'yu ilk kez gördüğüm yerde son yolculuğuna uğurladım seneler sonra Harbiye'de

derken bi gün müziğin ne olduğunu farkettim...

Kardeş Türküler'in Demme diye bi şarkısı vardı, Alışılagelmiş bir şarkının Grup yorum'un Ey Şahin Bakışlım'ının kürtçesi gibiydi, kürtçe de Babaannemlerde alışılageldik bir dildi, fakat beni ilk defa çekiyordu.

derken taksimde bir pasajda ayaklarım bir müziğe gitti, "Sattpialo"ydu adı. Yine Kardeş Türkülerdi, Bu beni çekenin ne tanıdıklık, ne cem, ne de kürtçe olmadığının kanıtıydı, bunu Zepûr Gi Tarnam izledi, derken Düzgün Bavo ve Fadike gibi babaannemin alışılagelmiş türkülerine kayış başladı yine Kardeş Türküler'le.

Kardeş Türküler, o ana kadar hiç duymadığım kadar yoğun ve etkili bir müzik yapıyordu. Lise3 te bu grubun ilk konserine gittim (11 haziran 2003) konserden çıkınca bileti saklamaya karar verdim, o günden beri de harbiyede hiç bir konserini kaçırmadım...

Ödp'nin yaş günü etkinliklerine, Abdi İpekçi'ye, İnönü'ye, Saraçoğlu'na; Onur Akın, Yavuz Bingöl, Ahmet Kaya, Bulutsuzluk, Moğollar, Güler Duman Suavi dinlemeye gitmiştik defalarca, umut da ben de bu konserlerde Bulutsuzluk Özlemini beklerdik, Ahmet Kaya ise en son çıktığı için bir-iki şarkısını dinler eve götürülürdük, ama bu konser onlar gibi değildi.

Kardeş Türküler albüm çıkardıkça müzik tanımım değişti, her dile olan ilgim perçinlendi ama aynı şarkının farklı versiyonlarından aynı tadı alamadım, Kardeş Türküler bağımlılık yapmıştı.

Konser diyince söylemeden geçmiyim, aynı yıllarda Barısarock etkinliği düzenlendi, biz yine Umutla beraber gittik tabi, aşağı yukarı paralel bi hayatımız ve zevkimiz vardı ve ikimizin de o güne kadar geçirdiği en keyifli geceydi Barısarock 2003.

Erkan Oğur ile de bu zamanlarda tanıştım. her yaz gittiğimiz Altınoluk yolarında Broadway'imizde arka arkaya çalan "gülün kokusu vardı" daince sesli olanın erkan oğur olduğunu öğrendiğimde hayal kırıklığına uğramış olsam da bu dev cevheri hala listemin en üstlerine koyarım.

Çingeler zamanı (time of the gypses) filmini izledim bi gün, son sahnede çalan ve adının sonradan "Ederlezi" olduğunu öğrendiğim şarkıda o kadar çok ağladım ki, uzun bi zaman bu şarkıyı aradım önce Goran Bregoronoviçin olduğunu öğrendim, sonra onun Goran Bregoviç olduğunu, taksimde emek sinemasının sokağında 3 albümünü 5 tl ye aldım ve Ederleziyi sonunda buldum. Korsanla aram o günden sonra daha iyi oldu ama ben de Goran'ın harbiye'deki konserlerine giderek, borcumu ödedim.

Ederlezi'yse yıllardır tüm sanal alemde nickim oldu, "versiyon 2.1" manasında ederlezicocek helinde devam etti.
 Ederlezi beni çok ilginç ve muhteşem albümlerle ve performanslarla tanıştırdı,

Dünya Çingene Müzikleri albümü bunlardan biri, bu benim etnik, kendi dilinde müziğe ilk girişimdi,
Dünya Devrim Şarkılarını da çok sevdim zamanında,
Polyushka Polye,
Dona Dona,
Filistin,
Beyrut,
France,
Argentina isimleriyle kaydedilmiş, gerçek adı bestecisi kim bilmediğim bir sürü muhteşem şarkı vardı Emin Abi'nin Her bilgisayara format attıktan sonra yüklediği, o klasörün tamamı da bu listeye girer

ve Üniversite tam keşif yılları oldu, o kadar çok müzik keşfettim ki,
keşif bazılarında ilk defa duyduğum, bazılarındaysa zaten bildiğim ama daha çok içine girdiğim isimleri getirdi.
Ahmet Aslan'ı ev arkadaşımın sayesinde öğrendim,

Nilüfer Akbal, Metin-Kemal Kahraman, Şiwan Perwer, Fırat Başkale ve Aynur'sa önceden bildiğim ama incelemek için çok fırsat bulduğum sanatçılar oldular.

bunlardan Sırf Nilüfer Akbal ile geçen bir dönemüm de oldu ama Aynur'un dönemi tüm zamanların en uzun dönemlerinden biri olup hala tam geçmiş sayılmaz.

Yine sırf Şivan Perwerle geçen dönemim de oldu ve hala en değerli bulduğum dönemlerden biridir
sadece Yeni Türkü ile geçen kısa bir dönemim de oldu, düş sokağı sakinleriyle geçen daha uzun bir dönemim de.

Bülent Ortaçgil, Doğan Canku, Fikret Kızılok Dönemim de oldu, "Gönül" Şarkısı galiba en sevdiğim şarkılarda ilk 10 a girer.

Ama ilk 10 a en az 5 şarkı verecek grup Ezginin Günlüğü'dür. Kardeş Türküler bir orjinal müzik grubudur, Grup Yorum Söz, ama Ezginin Günlüğü ikisi de, Ezginin günlüğünün de hüsnü arkan'ın da etkisinden çıkmak kolay değildir, Zira Film Çektirir, Aşık Oldurur, Yazdırır, Çizdirir.
"Ezginin Günlüğünün çeyrek'i, benim tamamımdır"

Barısarock2003'te keşfettiğim "Gevende", Daha önce dikkatimi çeken "Rebel Moves", sonra "BaBaZuLa" ve bunlara bu yaz eklenen, yazının başında bahsettiğim yeni takıntım "Luxus" birbirine çok benzettiğim gruplar. ve benim bunların hepsine çok yoğun ilgim oldu, özellikle Babazula'nın cecom'u listeyi zorlar.

Yine bi dönem metrobüste sadece "Hozan Beşir" dinledim
Uzun Bir süre Göztepe'de "Gayda İstanbul",
Yine aynı dönemde uzun Bi süre "Bajar" dinledim deli gibi.
unuttuğum sonradan düşünüp nası aklıma gelmemiş diyeceğim var mı bilmiyorum ama

Bir dönem Edith Piaf ve Charles Aznavour şarkıları ve bunların farklı versiyonlarını bulmaya çalıştım,
başka bir dönem Yasmin Levy ve ispanyol müziklerine merak saldım,

Arada bir sürü Karışık MP3 tadında cem karacadan Ac-Dc'ye kadar geniş yelpazede,ve benzer türlerin neredeyse tüm gruplarıyla haşır neşir oldum.

İnti İllimani, Birsen Tezer, Janet&jak Esim, Selim Sesler,Tara Jaff, Dijvan Gasparyan, Farid Farjat, Esma Redzepova, Dilberay, Hümeyra, Kazancı Bedih dinledikçe dinlediklerim, hastası olduklarım oldular.

Bi kaç aylık keşiflerim ve son gözdelerimse Büyük Keşfim Mizgin Tahir ve Adını Her defasında karıştırdığım İlana Eliya Ve Luxus

Yıllardır En çok dinlediğim Müzik türü "Kürtçe-Zazaca"
En sevdiğim Şarkı için adaylarsa;
Kardeş Türküler Yorumuyla "Bugün Güzellerin Şahını Gördüm"
Ezginin Günlüğü "Leyla"
Goran Bregoviç"Ederlezi"
Aynur yorumuyla "Lavike Metini"
Şivan Perwer Yorumuyla "Halepçe"
Fikret Kızılok "NüNü"
Mazlum Çimen "Feryadı İsyanım"

ilk aklıma gelenler...

14 Kasım 2011 Pazartesi

TÜM SEVDİĞİM ŞEYLER Part1/10

Önem Sırası Yoktur

.Taunus
.Leman
.Süt
.Samsung
.Ntv
.Mac
.Taş devri
.Jumbo
.Twitter
.Okan Bayülgen
.Ezgi Mola
.Bülent Ortaçgil
.Kaktüs
.Uykusuz
.Çikolatalı Supangle
.Nilüfer Akbal
.Siyah Jartiyer
.5
.Olasılık
.Polisiye
.Paşabahçe'nin kağıt bardak şeklinde kırışmış porselen bardağı
.Süper Baba
.Tatlı Hayat
.Aynur
.Avrupa Yakası
.Uçurtmayı Vurmasınlar
.Kelebekler Ve Dalgıçlar(film olarak)
.Run Lola Run
.Yağlı Boya
.Feryal Öney
.After Effects
.Bana Bir Seyhler Oluyor
.Radikal
.gnlbsn.blogspot.com
.Maydonoz
.Yılmaz Erdoğan
.Erkan Oğur
.Vedat Özdemiroğlu
.Lale Mansur
.Metin Üstündağ
.İdil Fırat
.Ac/dc
.Ahmet Ümit
.Deri Koltuk
.Pileli Etek
.Yiğit Özgür
.Soğan
.Elma Dilim Patates
.Çay
.Kerane Tatlısı
.Kerane
.Sandalet
.İkea
.62G
.Kedi
.Ezginin Günlüğü
.Vedat Yıldırım
.Sinem(cihankılıç)
.Ntv'nin Ses tonu
.Tuncel Kurtiz
.Franbuaz
Keman
.Fehmiye Çelik
.Suzuki
.Zülfü Livaneli
.Sunay Akın
.Mandalina
.Albeni
.O kendini biliyor
.Sade Soda
.Hünkar Beğendi
.Mırra
.Umut Sarıkaya
.Alabalık
.Helva
.Rhcp
.Civan Canova
.Flash Mx
.Çetin Altan
.Manderlay
.Bahman Gobadi
.Bir Gün Tek Başına
.Time Of The Gypses
.Lego
.Winston Soft
.Grup Yorum
.Şivan perwer
.WosWos
.Eskişehir
.Mehmet Altan
.Settar Tanrıöğer
.Haluk Bilginer
.Javier Bardem
.Uğur Yücel
.Şöbiyet
.Sarma(zeytinyağlı değil)
.Dolma(zeytinyağlı değil)
.Annemin yaptığı kurufasülye
.Annemin yaptığı türlü
.Annemin Yaptığı mercimek
.Annem
.Işıl
.Yare
.Fatma Halam
.Suzan Teyzem
.Balık Kraker
.Hozan Beşir
.Vizontele
.Lars Von Trier
.Zeki Demirkubuz
.Midyat
.Engin Günaydın
.Erkan Can
.Espresso
.Mizgin Tahir
.Cem Yılmaz
.Hüsnü Arkan
.Thomas Knoll(Photoshop açılırken ilk ismi yazan adam, günde 150 defa okuduğum isim)
.Televizyon Makinesi
.Browni
.Rıdvan Dilmen
.Demet Evgar
.Edith Piaf
.K'nex
.Hapşurmak
.Halepçe
.Cafe Le Jarden
.Urban
.Adio Kerida
.Basma Fistan
.1TL
.El Pueblo Unido Jamas Sera Vencido
.Barcelona Barcelona
.Ederlezi
.Sean Penn
.Bulutsuzluk
.Bulut
.Sucuk
.Bakkal Kavurması
.Eski Cihangir Parkı
.Hasta Siempre
.Kadife(İlk Motorum)
.Nicole Kidman
.Canon
.Camel
.Penguen
.Renderın Bitiş sesi
.Vedat Türkali
.İzTv
.Şort
.Quentin Tarantino
.Maya
.Kabız Kuğu
.Ekşi Sourtimes
.Limon

11 Kasım 2011 Cuma

11.11.11/11:11

aylardır bu günü bekliyorum , bi daha da olmicak bu tarihten ne acayip.

6 Kasım 2011 Pazar

Bahoz,

"Daaayeeee Baaavaaaa Bıraaami İstaaanbuuull Üniversiitiiyeee Kazaaaanmışkıriyeeee"

Filmin Fragmanı bu sahneyle açılıyor,

aslında fragman o kadar iyi anlatıyor ki Filmi,

Baya oldu Bahoz'u seyredeli..

keşke sıcağı sıcağına yazsaydım bunları ama, ama sık sık sahnelşerine bakıyorum, aklıma geldikçe yazmak istiyorum gene, çünkü yolda giderken otobüste falan devamlı bu filmi düşünür oldum bu aralar, yazmak anlatmak tarif etmek istiyorum fena şekilde..

Bahoz bence sıradan bir film değil, özel bir film, bir nevi kilometretaşı, kazım öz'ün "fotoğraf" filmi de iyiydi ama, genel geçer sinema değerlendirmeleriyle not verilebilir ebatlarda ortalama bir izleyicinin bepğeneceği filmlerdir bunlar genelde, Bahoz öyle değil...

------------------------------
-dergimizin son sayısı çıktı, al.
-böyle dergiler okumuyorum ama katkım olacaksa parasını verebilirim
-para mı? Derdimiz para değil senin kendi gerçeğini anlamandır,
-ben kendi gerçeğimin farkındayım
------------------------------



Bahoz kürtçe fırtına demek, güzel bir kelime ancak basit bir isim 11e10 kalada ne kadar anlamlıysa burda o kadar anlamsız aslında, "fırtına gibi gençlerdik, durulduk" da bu filmden çıkarılabilecek son önerme herhalde.

Ben diyaloglara biraz takığımdır, nuri bilge gibi zeki demirkubuz gibi reha erdem gibi serdar akar gibi diyalog gerçekçiliği yok Bahoz'da, basit kalıyor.


Kötü taraflarından başlamak istedim, buraya kadardı, 

Muhteşem bir oyunculuk var filmde Ali Sürmeli Hayran bırakıyor, Kara Köpekler Havlarken'de oynayan "Volga Sorgu" gibi muhteşem bir yetenek bir de grup yorumun solisti var,

bkm mutfak oyuncularından Nazmi Karaman da çok iyi oynuyor,  

Kazım Öz fotoğrafçılıktan geldiğinden çekimler muhteşem, konu ilgi çekici, senaryo alıp götürücü, yer yer komik, yer yer eğlenceli, fakat hepsinin ötesinde bir durum var Bahoz'da.

Bahoz; "kürtler olarak bize çok kötü davranıyorlar"ın filmi değil,

"çok acılar çektik" değil

"şarkılarımızı türkülerimizi bile kısık söylemek zorunda kaldık, itildik, kakıldık"

"polisler hep çok kötü insanlar" değil
ve "fakat her şeye rağmen halkımız kahramanca savaştı ve işte devrim bayrağı ellerimizde, can var verilecek kardeş var ayakta" da değil.

Bahoz bir özeleştiri ile karışık durum bildirimidir, 

"Bahoz" soru soruyor, yorum yapmadan, olayı nakledip, sorusunu soruyor. bu film bir özgür düşünce filmi,

belki filmin müziğinin de şairi olan Vedat Türkalinin romanlarının acımasızlığında, bir aşk hikayesi üzerinden Türkiye'nin bir dönemine ayna tutuyor şeklinde açıklanabilir, fakat ayna tutmak aslında aynayı nereye tuttuğuna göre nesnelliği etkileyen bir durumdur.

kısaca özetlemek istiyorum;

Filmde İstanbul'a sadece okumak için gelen ve devrimcilikle hiç alakası olmayan Dersimli bir çocuğun, nasıl kolayca sert bir militana dönüştüğü anlatılıyor. 
Yani çocuk zaten "alevi-kürt kökenli" diye istese de istemese de su akıyor yatağını buluyor, yani bir coğrafya için tam bir totalci zihniyet var, devrimciler bundan besleniyor ve bu da aslında devrimcilikle çelişiyor "vicdan"sa neden Edirneli birine satmıyorsun o dergileri.


Filmin kırılma anı ve en önemli sahnelerinden biri şudur:

devrimci grupların aralarına katmak istediği Dersimli çocuk otobüse binmiştir. Çocuğu militan yapan olaylardan biri budur,

iki kürt kapının önünde durmuş fıkra anlatıyorlar çok sesli gülüyorlardır, önde sarışın bi kadın, arkada kravatlı bi adam, bunlar da belli ki işten geliyor kürtçe bağara çağıra fıkra anlatıyorlar, çocuk da kürtçe anladığı için hafif tebessümle uzaktan seyrediyor.

fakat sarışın kadın rahatsız oluyor sonra rahatsızlıklar artıyor, "köyünüze gidin" "Türkçe konuşun""bölücü herifler" sesleri arasında otobüsten yaka paça atılıyorlar, adamlar neye uğradığını şaşırıyor, çocuk itiraz etmek istiyor ama tek kaldığını farkediyor, bişey diyemiyor, çünkü fıkra anlattıklarını sadece o anlıyor.

Bu sahneyi "kürtlere uygulanan baskılar" olarak yorumlamak doğru değil, evet militan olmanın nedenlerinden biridir, evet aşırı baskıdır, hakarettir, totalcilik, bir coğrafyayı tümüyle bölücü ilan etmek ve kültürleri yok saymaktır, FAKAT; bu adamlar hakikaten insanları rahatsız ediyorlar, onlar öylece dursa, ya da kısık sesle konuşsa belki böyle bir tepki gelmeyecek, yani bu aslında orantısız güç kullanmadan başka bir şey değil. İşten dönmüş yorgun millet, otobüste çıt çıkmıyor bunlar çok rahat bağıra çağıra, Burda anlatılan bu işte, Aynısının türkçesi de aynı tepkiyi alırdı, fakat otobüsten atılmayabilirdi.

 
İçki içmek için evin liderinden izin alınması, izin verilememesi, kasa kasa bira alıp içini döküp molotof hazırlamak, 

aşk yaşamanın yasak oluşu, özgürlük isterken özgürlüğü ölümüne kısıtlamak, bunlar hep bariz belli edilen çelişkiler.

şimdi bi kaç diyalog yazıcam ama bunların bütünlüğe kavuşması için filmin izlenmesi gerekir, 

bir ağaçlık alanda grup oturuyor, birbirlerini eleştiriyor;

-helin arkadaşla çok yakından ilişklisi vardır, yani genelde kızlarla ilişki yapıyor, yani erkeğiz diye midir nedir, bazen bize bile selam vermiyor
-nasıl yani
-e vermiyor, orda kendisine sorun,

-bazen ben arkadaşı sadece duygusal ilişki yüzünden bu ortamda diye düşünüyorum, 

eleştirilen eleman fenalaşıyor, yüzünü yıkamaya dere kenarına götürülürken dere kenarında bir çiftin seviştiği görülüyor,
--------------------------------------
okul kantininde çağırdığı birine"böyle kalabalık bir şekilde oturmanız doğru değil, dikkat çekiyorsunuz" 

-babam milletvekili, üstelik ağa
-iş birlikçi komprador sınıftan yani
------------------------------------
-yemek boykotu yapmalıyız arkadaşlar
-bence daha önemli konular var,işçi sınıfı eziliyor, devrimciler öldürülüyor, üniversiteler hapishaneye çevrilmişken siz karnınızı mı düşünüyorsunuz.
-siz önce aç karnızı doyurun.
-----------------------------
-şimdi ben bir değerlendirme yapmak istiyorum, bu arkadaşta klasik kürt feodal yapısının derin etkileri var,
-heval bu arkadaş Türk

bunun gibi müthiş klişe diyaloglar, yine aynı klişelikte veriliyor, bu aslında devrimcinin kendisiyle alay etmesinden başka bir şey değil, belki de bu diyalogların en iyisi şu:

-Üniversitedeki eylem kararlığımızı meclis bu yasayı geri alana kadar sürdürmeliyiz arkadaşlar.
-Yahu yapmayın meclisin üniversiteliler oturuyor diye bir yasayı geri aldığı nerde görülmüş.

bu bile kurulan boyundan büyük hayalleri dökmeye yeter.


filmin 02:10:00 dakikalarındaki bir sahneyi de en az 50 kere izleyip katıla katıla gülmüşümdür, 


Polis rolündeki Ali Sürmeli'nin muhteşem oyunculuğunun yanısıra, hafiften doğu aksanlı konuşması ama devrimcileri yakalayan ekibin başı oluşu da düşünülmesi gereken bir durum belki, fakat siyah-beyaz olgusunun çok yüksek olmaması yani filmin grilerle dolu olması da filmin en büyük başarısı.

Örneğin: devrimcilermağazadan birşeyler çalıyorlar, ve hırsızlığı haklı bir nedene oturtuyorlar, 
-Peki bu yaptığımız doğru birşey mi?
-Sistemi kim ayakta tutuyo biliyo musun Cemalim Bunun gibi büyük şirketler, dolayısıylane kadr zarar verirsek o kadar iyidir, bu alçaklar çalışarak mı kazanıyorlar.
- bu sistemde emeğiyle çalışarak bu kadar kazanmak mümkün mü, 
-özel mülkiyetin kendisi zaten hırsızlık, kimin ihtiyacı varsa o şey onundur



işte bunu yönetmen izleyicinin gözüne öyle bir sokuyor ki...

neresi haklı neresi değil hiç bir yorum yok filmde.

Musa Anterle Tanışılıyor, arkasından ölüm haberi geliyor, Eylemler yapılıyor, polisten kaçılıyor,mücadeleye "Profesyonel bir devrimci" olarak devam etmek isteyenler çıkıyor. öldürülüyor, işkence yapılıyor, hayali ihracatçılarla karşılaştırılıyorlar,

Bir işkence sahnesi;

Cemal ayakta gibi durur belden yukarısı görünür, baş aşağı gezinin iki kişi vardır, aslında Cemal Başaşağı asılmış etrafında polisler gezmektedir. kimin baş aşağı olduğunu sorar burda yönetmen.

Belki yazacak çok şey var daha ama, çok uzatmamak lazım, milmin muhteşem müzikleri var, ve fragman müziği Vedat Türkali'nin"Bekle Bizi İstanbul"u-Vedat Yıldırım'ın Bajar grubundan,

Film, kimine göre zaferle bitiyor, fakat Cemal köyüne dönerken Feribotla, ilk defa daha farklı geçiyor. 


Köylülerden biri,
"sen cemal değil misin" diyor, çocuk yok diyor ben mahmut diyor. Filmde tüm devrimcilerin ortak adı olarak kullanılıyor "mahmut".


Elazığ'dan Dersim'e feribotla geçerken Şivan perwer'in Halepçe'siyle bitiyor, Bu sahneden etkilenerek, aynı feribotla 2010 yılında, Elazığ'dan Dersim'e Geçişim sırasında Aynı açıyı tutturmaya çalışmıştım.

ve Halepçe'yi mırıldanmıştım.







Film 2 saat 36 dk sürüyor, bu yazı 3 buçuk saatte yazıldı,
sevgiler, saygılar, iyi bayramlar:)

UFUK KARAKUŞ



29 Eylül 2011 Perşembe

poğca

numara yapar gibi uyuyordu hep...

bu kadar sade, düzgün olmaz ki numara yapıyordu bence...

hadi iki elinin ayasını birleştirip kafanın altına yastık yapıyorsun, o hafif tebessüm de mi gerçekten uyku yani...

bu kadar sade, düzgün olmaz ki numara yapıyordu bence...


papatyan da numaraydı senin, ağlayışın da, duvara yaslanman da hatta ağzının kenarında poça kalışı da numara.

sen sadece benim kodlamamı benden önce çözdün amına kodumun orospusu.

31 Temmuz 2011 Pazar

11e10kala

film kritik etçem.

11e10kala Pelin Esmer'in bir filmi,

Mithat Esmer ve Nejat İşler başrolde.

Neresinden başlasam bilemedim aslında, Sinematografisinden mi, oyunculuktan mı, konusundan mı yoksa hissettirdiklerinden mi...

Pelin Esmer'i tanıyorum, fakat bu kadar iyi olduğunu açıkcası bilmiyordum. tek filmlik başarının sahibi sanırdım, 3-4 dk önce filmin bitmesiyle değişti o algı bende, film sinematografik açıdan müthiş, bir metafor oluşturuyor ve film iç gıcıklayıcı bir şekilde bu metaforla bitiyor, görüntülerden, kadrajdan, kamera kullanımından çok haz aldığımı söyleyemem ama rahatsız edici değildi, sadece ekstra bir değer bulamadım, ses ve kamera senkronu oldukça farklı ve iyiydi, neyi duyururken neyi çekeceğini çok iyi planlanmış ve filme çok iyi katkı yapıyor. metafor haricinde karakter ile ilgili bilgilerin veriliş şekli de bunun filmin konusuna ve arşivciliğe uygun bir şekilde anlatılması da gerçekten olağanüstü.


Oyunculukta Nejat İşler etkisi fazlasıyla var, ama ara rollerden figüranlara kadar mühtiş bir gerçekçiliğin içine sokuyor izleyiciyi, tam tersine en birinci karakter ise "ben oyuncu değilim" diye bağırıyor, Mithat Esmer karaktere çok yakışmış. karakterin umursamaz havasını oyunculuğuna da birebir yansıtmış, filmin başından sonuna kadarki havasıyla öyle bütünleşiyor ki bu durum, yani başka bir filme gitmeyecek bir oyunculuk bu filmde cuk oturmuş, bir Catherine Burniaux gerçekçiliği olmuyor fakat, filmin vaadettiği de bu zaten.


Filmin vaadettiğiyle - gerçekçilik ikilemini şöyle açıkliym, Film arşivcilik konusdu üzerine, hayatta yayımlanmış, basılmış herşeye ama herşeye ilgi duyan ve bunu hiç ticari düşünmeyen, öyle çok çok da zengin olmayan bir adam ile geri kalan tüm gerçekler arasıdna geçiyor film.  yan rollerdekilerin gerçekçiliği hiç abartılı değil, gaste bayiinin "bu gazeteyi bi sana getiriyoruz" diyişi hiç abartılı değil, yeğenin "amca sahaf-kafe açıyoruz, bunların bir kısmı orda kalsın" diyişi hiç abartılı değil, yöneticinin "burayı yıkıp site yapacaklar evlerin değer artacak" diyişi de hiç kötü niyetli ve yanlış değil, hatta kapıcının arşivi yavaş yavaş eritmesi de (hem de sayesinde kazandıklarına rağmen) hiç abartılı, yanlış ya da filmin kötü adamı modunda değil, bunalrın hepsi gerçek, üstelik acımasız gerçek de değil, gayet normal gerçek, yani herkesin gayet de yapabileceği bir hareket ve filmin de kötülediği bir davranış değil, film yargılamıyor, sadece iki kutbu veriyor. 


Reel ile ideal arasında öyle muhteşem bir çizgi var ki bu filmde, adamın pazarlık yapması, sadece tutku duyduğu şeyi yapması ile ilgili öyle müthiş bir tasvir var ki filmde. İş yaşamıyla ilgili verilen ipucuyla da adamın ideasını anlıyoruz fakat bunun keskin bir ideal değil, reelin içinde yaşayabilecek kadar idea olduğunu da anlıyoruz. Fazlasını kendi özelinde yaşıyor oluşu ve dışarıyı tanıyor oluşu da yine çok başarılı tasvir ediliyor.


Herşeyden iki tane alması şahsen bende havada kaldı, önce birini kullanıp diğerini saklıyor sandım (içki şişesiyle bunu anlıyoruz) sonra fenerin birini kapıcıya vermesiyle koleksiyonuna mirasçı arıyor izlenimi verdi. sonra acaba ikinci olanları mı koliliyo diye düşündüm, bunda bir karara varamadım.




ve gelelim en önemli kısma,


Hissettirdiklerine.




Film öncelikle arşiv ruhunun inceliklerini hisettiriyor. ilaç verdiği adama, "kutusunu atma bana ver" demesi muhteşem bir ayrıntıydı, yeğenine aldığı ilk oyuncağın tarihini yazması ve "Ömer'e ilk aldığım oyuncak" diye not etmesi,eski yeni piyango biletleri, fişler, etiketler, pullar hiç ölmiycekmiş gibi bulduğu herşeyi hepsine ayrı özen göstererek saklaması...


Yani bildiğin beni anlatıyor film, 


annemin aldığı ikramiyeyi yıllar sonra bir kitabın arasında bulup oyniym diye bana vermesiyle başladı arşivciliğim, kaliteli ve özenli bir arşivcilik olduğunu söyleyemem, para koleksiyonum da, jeton bilet koleksiyonum da iyi durumda sayılmaz, benim en büyük arşivim 15 yıllık sayılardan oluşan ve en çok yer kaplayan karikatür dergileri arşivim,  fakat bunun haricinde de o kadar çok şeyi sakladım ki, 


barışarock gönüllü kartımdan, gittiğim bir şehirdeki toplu taşıma kartına, kadifenin plakası yazılı benzinciden alınmış fişten aynı kadifenin ikiye bölünmüş anahtarına, annemin 15 yıl önce perdeye tutundurduğu maskot kediden, ilk işimin yolunun tarif edildiği not kağıdına kadar, nokianın çıkan tüm modellerinin broşürlerinden desingweek katalog ve kartlarına, tüm gittiğim filmlerin sinema biletlerinden, sevgilimin kafama fırlattığı taş parçacığına, bana yazılmış herşeyden, yazdığım herşeyin kopyasına, bilecikte duvara asılı fotoğraflarımdan, kabalcının çıkarmış olduğu tüm kitap ayraçlarına, kullandığım ilk parfümden taktığım tüm aksesuarlara, veremken hastanede kullandığım tüm ilaçların birer tane numunesinden, bir kaç düğün kartına, rozetlere, kartvizitlere, broşür, kartpostal, mektup, rozetlerim he bir de satın aldığım çakmaklarım var...var yani. 


Son olarak Filmin ismine değinmek istiyorum.




Filmin ismi en iyi kısmı,reeli, ideali, ince ruhu, emeği, ve sonunda tüm bunların boşluğunu o kadar müthiş özetliyor ki isim, bir saat ismi gibi duruyor, fakat 11e 10 var, bu çabanın sonunun olmadığını özetleyebilecek en muhteşem isim. sırf ismi için bile izlenecek olağanüstü bi film yani.

3 Nisan 2011 Pazar

yüzüme şarkılar çarpıyo.

"Artık sazın bağrı mı olur,
kimsenin bilmediği bir ağrı mı,
gider kendine gömülürsün,
yoksa bu şehir, bu sokaklar,
seni alır kullanır,
santim santim çürürsün..."

"bazen bir uçurum kalır" demiş ya hayaloğlu, tam ordayım işte, diğer "bazen" e "martı"ya "leş"e gerek yok, tam bir uçurum hali, velveleyi kendim koparıyorum, intiharı zaten durmadan ediyorum,

"sırtımı ağaca yaslayıp susmayı hayal ederek" susuyorum,

hangisi intikam bunların, eğer bir hesap varsa ortada, en alacaklı bensem belki, niye intikam alınan oluyorum.

bu şarkıyı kaç kere dinledim bilmiyorum, niye bu kadar sevdim bilmiyorum, neden durup durup şimdi çıktı karşıma onu da bilmiyorum, hayatımın en bu şarkıya ihtiyacı olduğu zamanında bu şarkının çıkması ne ilginç,

hayatımda ilk defa gerçekten hasta olduğumu düşünüyorum, acil ilgilenilmesi gereken bi hastayım ben,
tam 3.sayfa yazısı oldu "en son böyle yazmıştı" diye.

nası oldum böyle bilmiyorum, üstüste fışkıran rüzgarların intikamı galiba bu,

rüzgarlar kovuyor beni, bu çok açık artık, buralarda durma diyor bana,
anladım;
deniz kıyısında yer yok bana,

kudurmayan bir deniz bulana kadar da kendime gömülmekten de sıkıldım artık.


"şimdi bir yeni sevda mı olur
kimsenin kapını çalmadığı bir inziva mı
tutar sıfırdan başlarsın,
yoksa bu ilişkiler bu zaaflar,
seni yiyip bitirir,
dirhem dirhem azalırsın."

ne güzel de yazdı n:)n:), bazen biriyle daha önce tanışmadığım için hayıflanırım, onda defalarca bunu hissettim.

bana bir şarkılar şiirlerse serbest olsa gerek, dinleyerek azalmayan, azaltmayan tek şey o belki, belki onların seçme hakkı olsa onlar da kudururdu,

yasmin yanına yaklaştırmazdı,
aynur gönül koyardı, mikaili de zorlardı,
kardeşler arkasını dönüp halay çekerdi,
hozan sazının kablosunun çıkarır kuru kuru çalardı.
sertap çok bağırmazdı belki ben dinlerken,
nazım bile çabuk çabuk geçerdi şiirlerini tarih vermeden,
şiwan da knar da posta koyadı bana
erkan gazele girer miydi ki yine,
bülent çabuk bitsin diye bir iki tesadüfü atlardı,
esma sesini inceltmezdi, livaneli nakaratı söyler geçerdi, yorum eksik kadroyla çalardı,
kazım küserdi direk
goran en azından beyaz giymezdi,

belki bi ederlezi... ya da yok yok o da giderdi,

kudurmayan deniz bulucam elbet bi gün, o zaman çarparlar mı ki yine...

27 Mart 2011 Pazar

marx'ın ikea ile imtihanı

ekonomi denen şeyi ilk üniversitede farkettim, o da çay bahçesinde canım gazete okumak istediği için, utanç verici ama itiraf ediym bildiğim ilk ekonomi yazarı da o dönem radikalde yazan Yiğit Bulut'tu.dolar euro tahminlerinden oluşan ekonomi yazılarından çabuk sıkıldım ama az çok ekonomi-iktisat kitapları okumuşluğum var, 

Geçenlerde Nazım Hikmet Kültür Merkezi'ne gittim, iş yerine yakın olduğundan bahçesine bayıldığımdan, çay içmeye sık sık giderim. dışarda servis çok yavaş, çaylar da soğuk gelir, içerisi zatten full, pastalar börekler insanı çekmiyor, albenisi yok, yani gideyim de Piraye'de bir gül böreği-çay yapayım demiyor insan gül böreği çok güzel olasına rağmen, mutfağa yakın bir camekanın içinde öylece duruyor, bu muhteşem mekan kahvehane zihniyetiyle ama en basit kahvede bulunan bir gazete standı olmadan yönetiliyor,Yukarı çıktım, kütüphaneye girdim bu kez, yoğun kitap kokusu bende kurcalama isteği uyandırdı, küçük denebilecek ama çok hoş kullanılmış bi yerdi, o daracık alana bi de kat çıkmak nefis fikirmiş diye düşündüm. Bi yerden başladım, ekonomi yazıyordu, kitapların yarısından çoğunda marx'ın ismi, 3 te 1 inde fotoğrafı, tamamında kuramı vardı, bi tanesine girdim, oturdum okumaya başladım, mekanda tek masa, karşımda bi üniversiteli çift vardı, belli ki ders çalışıyorlardı, çünkü sartre okuyorlardı, kitap baya sardı, iyi de anlatıyordu, bu süreç iş yerinden gerizekalı yakubun "olum bu link çalışmıyor alpaslan bey acil yollayın dedi 5 dakkalık iş yaa ayıp amke" şeklinde ki mesajına kadar sürdü, okuyasım kaçtı, çıktım. gerizekalıya yüzseksininci defa tarif ettim, pazartesi gidip yine kendim yaptım, 

Cumartesiydi, henüz saat erkendi, ne yapsam diye düşündüm, uzatmiyim ikea'ya karar verdim, ki ikea'ya gitmediğim zamanlarda da ikea'ya karar veren bi adamım, 

ikea bence çağımızın abartısız en muhteşem buluşu
ikea bence kapitalizmin geldiği son nokta
ikea bence ağrı dağına mistik bir çay kıvamında bakan doğu beyazıtın herhangi bir toprak damında(serbest çağrışım)
ikea bence özerk cumhuriyet olmalı

içeri girer girmez eski kitap kokusununtam tersi ama aynı çekiicilikte bir ahşap-plastik-ferahlık karşımı koku çarpıyor,

x-ray de teleonu yana koyarken ister istemez karşı duvara dik yağıştırılmış mutfak takımına bakıyorsunuz, acayiplikler burdan başlıyor,

içine çekiyor.

oklarla gidiş yönünü takip ettirmesi hiç bir şeyi kaçırmamanı sağlayan dahiyane ötesi bi buluş, kısayollar zaten aşmışlığının ıspatı,

üst kat koltuklar, mutfaklar dolaplar gibi büyük parçalar, alt kat aparatlar, gibi bir bölüm var, aynı mantıkla alt katta aparata bakan adam sosisle ayakta doyuyor, üst kattaki isveç köftesi, somon, yiyip manzaraya karşı kahve içiyor, çok bi manzara yok ümraniye ama konsept hep birbirini destekliyor.

bu anlattıklarım mantıklı diye yazdım, sevdiğimden değil, benim ikeada sevdiğim tek şey olağanüstü tasarımlı ürünler üretmesi, tasarım iyi, kalite orta olunca fiyat da yüksek olmuyor, yani ben sadece tasarıma para vermek istiyorsam, sadece tasarıma para veriyorum,

mektup zarfı kutusunu saklama kutusu gibi saçmalıkları da yok değil tabi, fakat tasarıma bakıp mutlu olmak ordan alınan yegane hazdır bende.

tam bir kapitalist ikea, bütün nimetlerinden ayrı ayrı faydalanıyor, özendirerek satıyor, fazla eleman çalıştırmayarak kazanıyor, sürümden kazanmanın kitabını yazar zaten, her yıl ucuz ve tek parça bir star yaratıyor, bu önce kalpli ve kolları olan yastıktı, sonra kavisli ayna oldu, beyaz kalın rafları çok tutuldu sonra.

avize(CYLİNDRE) beğeniyosun, 24.90TL, iyi lan diyosun alıosun, aparatı ayrı masrafmış, aldık artık diyosun 5.90TL de o, ama kablosu uzun olanı istersen 8.90TL de ona veriyosun, ampül zaten ayrı para, onu tahmin ediyosun, eve gidip takıyosun, arkadaş olmuyor, orda durduğu gibi durmuyor, acaba onu gösteren karşı duvardaki ayna(MÖRREN) mıydı diyosun, yansıyor falan aynı ışığı öyle verir heralde diyosun, onu da alıyosun, yapıştırma seti tabi ki ayrı para, sonra yine olmuyor, tam rafı da alıcakken bi duruyosun, ilerde saat(CLOßEN) de varmış, acaba mı diyosun, saat alsan pili, raf(ANTONİUS) alsan dübeli(DUBB) var, ayrıca duvar stickerları(STÖKRE) da fena dilmiş, çerçeve evde çok var zaten fotoğraf kalmadı boş ikea çerçevesi(LANGASJO) asıcam yakında, acıktığını farkediyosun, dur bir ayaküstü sosisli yerken bunu düşüneyim diyip, zaten en fazla 2 tane içebileceğin kolaya sınırsız diye verdiğin parayı az bulurken kendine yakalanıyosun, ulan ben çok pis taşşa geliorm galba diyosun, her gelişinde mutlaka buraya uğradığını farkediyosun, hardalı abartıyosun, 

küçükken de döneri güzel diye gittiğin, dinciler diye uyuz olup, batmaları için abartılı peçete aldığın bereket döner geliyor aklına, onlar peçeteden batmadı, bunlar da hardaldan batmayacak diyip, dübelleri ağırlık yapmasın diye montun cebine koyuyosun,

yani tam bir tuzak bu ikea, ama bayılıyorum, eminim marx da olsa her cumartesi orda olurdu, "ulan bu iyiymiş aslında sırf üzerinde fotoğrafım olan kitapları saklamak için battal boy hasır saklama kolisi (PJATTÆRYD) alsam mı" diye.

güneşli güzel günlere inanan mutlu yusufçuk

Güneşli güzel günlere inanan mutlu yusufçuk;

senin ben ejdadını skiym...

bizi de umutlandırdın boş yere,

9 Mart 2011 Çarşamba

çok kötü rüya

Dün Gece Bi Rüya Gördüm...

böyle film vardı ama ben direkman içerdiği anlamı kastediyorum,

evet dün gece bi rüya gördüm,
kötü rüyalara kabus demeyi bi öğrenemedim, ama kabus bile az kalır bu rüyanın yanında,

ömrümde görmediğim kadar acımasızdı, adi bir komediyle demirrkubuz acımasızlığını iç içe veren garip bişeydi

şimdi anlatınca daha iyi anliycaksınız ama bu bi rüya dil, bi mesaj falan mıydı diye düşündüm, ya da ne biliym bişey mi çıkarmalıyım acaba bundan, ama sabahın 5inde kaldıran, uyutmayan, öğleye kadar sus pus eden aklımdan çıkmayan, korkudan karnıma ağrılar girdiren bu rüyayı sırf unutmiyim diye yazmaya karar verdim. ilerde itin biri olursam okuyup kendime gelirim belki...

öncelikle anlık bişey diildi, gerçek olduğuna inandırıcak kadar bitmek bilmeyen uzunluktaydı, kendime zor gelmem de bunun etkisi büyük, dizi gibi film gibi aktı gitti, baya baya sahneleri vardı.

açılış


Bi kızla birlikte olmuşum, kim bilmiyorum ama bu kısmı yoktu rüyada, sadece bir rahatlama hissiyle başlıyor, zaten bilsem de yazmam ama esmerdi onu hatırlıyorum.

rahatlama hissiyle uzanıyorum, ya kızın kocası ya da kendisi, orasını da tam çıkaramadım, çok basit bi şekilde, bıçakla penisimi önce oyuyo, sonra dibinden koparıyo, geç dank ediyorum, önce geri yerine takılıcak kadar basit bişeymiş gibi düşünüyorum, öyle olmadığını farkedince bi içim çekiliyo, acı duymuyorum, biraz kasılıyorum, karın ağrısı başlıyo, al diyo veriyo elime(ironik), bi kutuya koyup kutuyu cebime atıyorum.(ne kutusu olduunu sölemicem) acile gidicem ama şok olmuşum,


evden çıkış


Eski evdeyim, dışarı çıkıyorum, kimse olayı sallamıyo, herkes "senin sorunun" der gibi bakıyo, hatta amcam gülüyo falan, kızıyorum amcama saldırıyorum, neyse biniyorum taksiye, kimi düşünsem o an takside görüyorum, mahalleden birileri, arkadaşlar, liseden bi iki kişi, değişik okullardan falan, önde de tanımadıım bi herif oturuyo,

derede internet kafenin önünden biniyorum, etfale gitcez, yarım saat geçiyo yine kafenin oraya çıkıyoruz, deliriyorum, yaa diyorum ne dönüyosun, trafik yeni açıldı diyo, bu sefer de çok yavaş kullanıyo, gebericem sıkıntıdan, kardeşim acile yetişcem ağır hasytayım diyorum, tanımadığım adam arkasını dönüp bişeyin görünmiyo diyo gülerek, veremim diyorum, hadi ordan yoksa şeyin mi koptu diyo, ne alakası var diyorum,

hastane
hastaneye gelmek kolay olmuyor, deminki başlık öyle kolay geçmiyor,aklıma 15:12 miydi bi film vardı, o geliyor, çocuğun penisi minibüs kapısı kapanınca kesiliyodu, 15 dakka kendime gelememiştim izlerken, çok gerçekçiydi,
neyse bi odaya giriyorum, dahiliye gibi bişey yazıyor kapıda, durumum çok acil neyin ne olduğuna karar vericek zamanım yok, kulak-beyin-cilt sışında herşeyi için dahiliyeye gidiliyo diye biliyorum zaten, içeri büyük bi kafile olarak giriyoruz, girer girmez ucu oyulmuşu doktora tutuyorum, doktor öylesine bir bakıyor, yanlış geldiniz der gibi, çok ilgilenmiyor, derdimi anlatıp direk soruyorum, seks hayatım bitti mi, içimden de o kadar kötü olamaz diye kendime teselli veriyorum, doktor uzatmıyor "kesinlikle" diyor. peki ereksiyon da mı olmaz diyorum, masada duran hesap makinasına uzanııyor kabarık saçlı yaşlı doktor, biraz uğraşsam bir mantığa oturtabileceğim sayılarla 4 işlem yapıyor, bişeyle toplayıp bişeye bölüyor, 160'ı böldüğünü görüyorum, sonuç 45 çıkıyor, 45 derece kalkabilir diyor, düşünüyorum, parmağımı pergel gibi kullanıyorum, yok, çok az, diktirmek için acile git hemen diyor,

Buhran
yok artık yaşanmaz, ölmeliyim diyorum,kesinlikle ölmeliyim, acı vermiyor ölme fikri, ama hala karnım ağrıyor, peki nası ölücem, hemen ölmeliyim, kimse duymadan, intiharı engellemeden, allaım diyorum 100bin borcum olsaydı da bu olmasaydı, ya da bi kaç bişey daha olsaydı da bu olmasaydı, böyle ızdırap mı olur diyorum, acili arıyorum, etfali otobüs garı gibi görüyorum, sağa sola koşmaktan acil bulamıyorum, bana acili üniversiteden olduğunu demin çözdüğüm esmer bi kız gösteriyo, tam arada kalmış bir kapının üzerindeki "13.acil" tabelasını görüyorum, orda bitiyo, uyanıyorum

kızın alageyik gibi bi ismi vardı tam çıkaramadım, güzeldi ama arkadaşım falan da dildi, ilginçtir bi kere bile aklıma gelmemiştir, hatta ben liseden falan sanıodum o simayı, üniv olduğunu yeni farkettim, öyle bir geçer zaman ki deki aylin e benziyodu...

vay amke
işte o an farkettim ki ben "öyle bir geçer zaman ki" yi izleyip yattım, orda sakat herif gerdek gecesi tam kızın üzerine çıktığında nöbet geçirip hayvan gibi ağlamıştı, arkadaş bunun etkisinde kalınır mı yaa, resmen ömrümün en kötü saatlerini geçirdin bana kodumun dizisi...

27 Şubat 2011 Pazar

ölmesini istediklerimin listesi


  • hamasi, ırkçı, taraflı, ilkokul zekası mizah anlayışı ile nice embesillerin, ve "de" leri ayrı yazmayı bilmeyen ama değerlerine çok bağlı atatürkçü, iphone4lü türk gençlerinin sözcüsü düzeyinde yazıları ile haybeye maaş alan yılmaz özdil en çok ölmesini istediğim adam, ölse çok rahatlicam hehe
  • nedenlerini sıramaya çalışırken başımın ağrıdığını farkettiğim serdar ortaçın bir arap şarkısına söz oturtmaya çalışırken kafiyeyi ayarlayamaya fazla zorlamaktan gözleri kararak aniden yere yığılmasını deli gibi istiyorum(çok hafif oldu ama olsun manidar olur) 
  • mecliste başbakanın toplumca hoş görülmeyen bazı davranışlarını arka arkaya sıralamalardan oluşan konuşmalarının genellikle sonlarına doğru desibeli arttırarak değerlerine bağlı türk gençliğinin aref'ten sonra en çok paylaştığı, işçi grevlerinde asgari ücretle çalışanlar bile her seferinde denk getiremezken nası oluyorsa her seferinde biber gazına maruz kalmayı başaran, olacak o kadar skeçlerinden kalma üslubuyla hükümeti maddi durumlar konusunda hunharca eleştirip, halka"sizin yanınızdayım, ben de sizdenim" imajı verirken geçen hafta mecliste ilk defa kısık sesle yaptığı konuşmasında, (tamı tamına) "neden bizim makam aracımız ve şöförümüz yok, telefonda seçmenin sorunlarını mı dinleyeceğiz, bi de o yorgunlukla araba mı kullanacağız, kaza yapmamız kaçınılmaz" diyerek halkla arka koltukta kucaklaşmak isteyen muharrem ince, şöförünün kullandığı araçta şarampole yuvarlansa yüzüme gözüme kan geli yemin ediyorum.
  • genelde petlerini, sevişmelerini, üniversiteden arkadaşlarıyla (muhtemelen 2 yıllık hehe) yıllar sonra buluştup elde kave gezmelerini ve yaptıkları geyikleri, arkadaşlarının sevgilisi var mıymış yok muymuş, hangisi evlenip boşanmış, okuldayken nası kızlarmış, hayat onları nereye sürüklemiş şeklinde sadece kendini ilgilendiren konuları yazan ya da 150 kiloya yastıklarla felan çıkıp onlar gibi hissetmeye çalıştığını açıklayan ayşe armanın 300 kiloluk bir varilin altında kalmasını ve 110 kiloluk yastıkları o an yanında olmamasını istiyorum(çok istiyorum)
  • bunu hiç abartısız ve son derece içten en ufak bir şakasal duruma mahal vermeden söylüyorum, yeni telefon aldığında önündeki jelatinini 3 dk dan uzun süre tutan herkesin ölmesini istiyorum(gerçekten)
  • hala kumandalarını tozlanmasın diye poşete koyup(ben küçükken babam da yapıodu o sayılmaz, şuanda olucak) bantlayıp o şekilde kullanan allahın belası gerizekalıların, çok acil ölmesini istiyorum, 
  • sıkışık otobüse bi önceki durakta kapağı atınca, diğer urakta ne kapıyı açıyon üstüste mi binsin insanlar diye şöföre kızan, kendinden sonraki durakların akşam kaçta eve gittikleriyle zerre ilgilenmeyen ve azıcık sıkışmamak için kim işe ge kalırsa kalsın modundan ayrılmayan, bencil ve aşağılık tüm(genelde kadınlar)ın değişik şekillerde ölmelerini istiyorum, çok orjinal şekillerde ama.
  • tasarımını beğenerek aldığı telefonunu, çizilmesin diye iğrenç bir plastiğin içinde kullanan ve o halinin çizik halinden daha kötü olduğunu idrak edemeyen, değeri azalamasın mantığı ile kendini, o ürünü kullanmaya layık görmeyen ve bu zevki ikinci el sahibine(50tl karla) bırakan embesillerin jelatinle kullananların tamamı öldükten sonr önem sırası olarak ikinci dereceden ölmelerini çok rica ediyorum, mümkünse bir kabın içinde oksijensiz falan kalsınlar. off çok sinirlendim şuan yaa
  • yere otururken altına mutlaka gaste falan koyan, yoksa oturmayan, çömelen karı gibi adamların ölmesini istiyorum
  • otobüste dişinin arasındaki boşluktan "fiiüüffttt" sesini belirli aralıklarla çıkaran ayıların ölmesini istiyorum
  • futbolculuk hayatında oyunda kaldığı sürenin yüzde 40ında hakeme taçı karşı tarafa vermesi dahil tüm kararlarda itiraz eden, ve bunu kendine has dalga geçer gülüşüyle eleştiren bülent korkmaz'ın bütün bu pozisonların doğru karar olduğunu ağır çekimde idrak etmesi sonucu allahından bulmasını diliyorum
  • bir almanya turnesinde De Be Wayiro şarkısını çalan Ahmet Aslan, şarkının son bölümlerinde giderek yükselen muhteşem bi soloya imza atarken, o sırada babaannesinin dizleri üzerinde ayakta duran ve kadının iki elinden tutarak, sağa ve sola doğru tempo tutturduğu 1.5 yaşındaki bir çocuğa çok yavaş zoomout yaparken, şarkı bittiğinde gitarın çatlamış olduğunu yakından çekerek sülalesine defalarca küfrettiren kameraman.
  • azıcık yağmur yapınca şemsiye açıp 9 tane sivri ucu yokmuş gibi elindeki ölüm aletiyle insanın üstüne üstüne gelen kızların (adamlar karşılaşma anında şemsiyeyi yukarı kaldırır).
  • 180 yıl yaşasa, aynı esprilerle aynı konuklarla, aynı tarzsızlık, karaktersizlik, kaypaklık ve yalakalıkla, aynı şeyleri yapmaya devam edecek olan, her gelen konuğa alkış yapan, popüler kültürün tam anlamıyla esiri olmuş beyazıt öztürkün, solcu olduğunu sanırken ahmet kayaya saldıranlarla beraber marşlar söylediği gece ölmesini isterdim, şimdi ölse nolcak ibine
  • rüzgar nereye esiyorsa, o tarafta duran, yukardaki arkadaşla birlikte marşlar söylerken, aynı konuyu rahatça konuşulabildiği günlerde film yapmayı ve "biz neler çekiyoruz" modundan nemalanmayı kendine görev edinmiş mahsun kırmızıgül'ün bi kere bi daha film yapmaması için çok acilen ölmesi gerekiyor.  
  • bi sanat filmi lafıdır tutturan, anlamadığı tüm filmleri kötü kabul eden, 3 kuruşluk aklıyla film eleştiren idiotların ve bunların oluşumunda katkı sağlayan yılalr yılı "ressamların hepsinin yan şapka taktığı, taksisinde para bulan şöförün iade ettiği, yakışıklı adamın mutlaka iyi dövüştüğü, ve aynı senaryoların binlere defa oynandığı, 3. sınıf yapımların yaratıcılarının ölmesini istiyorum.   
  • "ay çok güzeldi çok ağladık" ayarında sinema yazıları, konuya ne kadar hakim olduğundan emin olduğum ve türk sinemasının en dipteki eserlerinden biri "ıssız adam müzikali"ne olan yoğun övgüleri sebebiyle ölmesini çok dil ama az arzu ettiğim ömür gediğin, sinir bozucu sesi, ne olduğu ne söylediği belli olmayan arabesk ötesi sevgilisi, youn bakıma alınıp alınıp bi türlü ölemeyen ferat göçeri altın portakal dönüşü kendi kullandğı otomobille bodrumdaki konserinden alıp istanbula doru harket ettikleri sırada karşı yönden gelmekte olan 42 NKU 3172 plakalı bir tırın altında kalmalarını diliyorum
  • ortaokuldan itibaren sorumluluk bilincine başlayıp, kariyer planlaması yaparken bilgisayar mühendisi olmak isteyip, sonra sosyal zekasının daha çok olduğunu farketmesi üzerine(matamatiği becerememenin gerizekalı denmemesi için alınmış önlemi) gazetecilik (idealindeki meslek) okumak isterken, üniversite sınavının bir sıralama sınavı olduğundan bi haber olarak"sorular böyle zor olursa karsı kazanırız anca" gibi değerli bir açıklama yaparak, es kaza bi yeri(muhtemelen işletme, kamu yönetimi, iktisat gibi çok bulunan bölümlerden birini) kazanıp ilk vizelerde çok çalışıp başka bir üniversiye geçmeyi hedeflemesine rağmen başarılı olamayıp girdiği okuldan mezun olduktan sonra, mülakatta bir çırpıda kendini ifade ederek rakiplerinden sıyrılması sonucu bankaya kapağı atan, ve kurumsal terimleri gerektiğinden fazla kullanıp, rakip bankalardan eski bir dostu gibi bahseden, uyguladığı yanlış politikayı bir kave eşliğinde değerlendirirken, haftanın 6günü köleleştiği işinin sosyal tesislerinde açığı kapatacağını sanan, açığı asla kapatamadığı gibi, banka içi yükselme sınavlarını kaçırmayan, bunun yanısıra kpss, ales, üles, gibi sınavları da kaçırmadığı için pazar günleri de genelde meşgul olan, kariyer planlamasından erken yaşlanan ve 48 yaşına gelen geldiğinde geride "ağustosun sonlarında birer haftalığına gittiği popüler yazlık mekanı fotoları bulunan kadının, daha fazla acı çekmemesi için orta okulda sahnelediği yıl sonu piyasinden hemen sonra ölmesini diliyorum.
  • bir iki tane unutmamak için yazayım derken koca sayfayı dolrudan ve gecenin bi yarısı sağa sola kin kusan, yarın da muhtemelen aklına bir iki madde daha gelince tüh keşke onları da yazsaydım diye hayıflanacak olan, insan sevgisinden uzak pislik adamın teki, kendi düşündükleri, yağtıkları, izledikleri dinledikleri dışında herşeyin yanlış olduğunu düşünen bu arkadaşın da ölmesinde bi sakınca yoktur, ama yılmaz da ölsün yaa.

o dil de bu yazı sadece kendi halinde kin kusmaktadır, yoksa şimdi bi haftada bunların hepsi birer birer ölür, ondan sonra savcılık bu yazıyı ihbar kabul etmesin.

pazar pazar

.Bugün madde madde yazmaya karar verdim

  • aa maddelerin hazırı varmış salak gibi nokta yapıp büyüttüm
  • Madde Madde yazıcam derken ilk maddenin "madde madde yazıcam" olması ilginç geldi
  • babamın her internet koptuğunda "şu bilgisayara format at virüs var,virüs programı kaç para ki acaba, iş yerinde var mı" demesi ve sırayı hiç şaşırmadan bunu her cumartesi akşamı ve pazar sabahı söylemesi bana şuan bilgisayarıma format attırtıyor.
  • oha ettirgen fiili hayatımda ilk defa tam yerinde ihtiyacı karşılar şekilde kullandım
  • sigara içmek nefis bişi aslında,neden bırakıyorlar acaba, sigara içmek diye bişey olmasa yemek yemeyebilirdim ben, özellikle şişiren bişeyler yiyorum ki sigara daha iyi gelsin, az iççen ama hep iççen yau nefis bişey, bira içip sigara içmeyince bira spora girer ki bence, mesela şuan türk kavesi içiyorum, hayattan tek beklentim softa uzanacağım an şuan, bi de bi de windows 39 dk kaldı,o
  • off şimdi otomatik yükleme driverların bir kısmını yüklicek, bi kısmı yüklenmemiş olcak, internete bağlanıcak mı belli dil, airtiesi bi kaç kere kaldırıp kurucam, olmazsa burdan sürücü ara, flash bellekle diğerine al, geçen sefer flash bellek de çalışmadı, fişini çekiomuşsun öle olunca 5 dk bekletiomuşsun falan, sanki karnı yarık pişiriyoruz amke, derken sesdi görüntüydü bin kere kapa aç, ve programları yükleme derdi, aftır fotoşop premyer kur, cracklerini yap, en uyuz olduum şey, olsun yeşil çayıra değer, yeşil çayır çıkıcak birazdan geri dönüşüm kutusu sağ alta falan geçicek off çok düzenli nazlının paylaşımı gibi, bi de onu öle kullananlar oluo idealist gibi, bende bu düzen 10 sn falan dayanıyo.
  • şimdi bu böle bi maddede yazılcak bişey dil belki ama selçuk üniversitesindeki ilahiyatçı hocanın yaptığı açıklamanın sonuan kadar arkasındayım, ulan varya çok pis taşşaa alınıoz he, adam herkesin mutlaka düşündüğü, kendi arasında konuştuğu, milyar yıllık bir gerçeği televizyonda söylemiş, tek suçu bu amke, bu nasıl bir karalama ve çarpıtmadır arkadaş, adam tecavüz demiyor bu bir, ikincisi dekolte giyerse suç kadındadır da demiyor, belki kişisel muhafazakarlığından dolayı bizden farklı olarak dekolte giyimini eleştiriyor, ama asıl söylediğibu tip giyinmenin tacizi alevlendirdiği, böyle giyinmeyin demek yanlış, giyinirsen bu tip şeyler olabilir gibi bişey adamın söylediği, e yanlış mı,gerçi tacizci adam ne giyersen taciz eder ama o dil konu, yahu yılbaşında taksime mini etekle gidenleri televizyonda izleyenler "oraya öyle gidersen yaparlar tabi" demiyor mu arkadaş, 1 kişi bile yoktur bunu demiyen, adam ne tacizi savunuyor ne de başka bişeyi, bir baba nasihatı gibi düşündüm şahsen ben bunu,  şeriata gidiyoruz, giyimimize karışıyolar, islam cumhuriyeti mi olucaz, böyle açıklamalar normal karşılanıyor gibi aptalca ve hamasi yaklaşımlardan gına geldi, okul aile birliği odası gibi ülkede yaşamaktan sıkıldım yeminle, atatürkçü, ilerici, çağdaş mağdaş ayaana, çok pis yiyolar bizi hacı, basın sansasyonistiyo, gazı verio, sonra ortaya çıkan enerjiden yılmaz özdil maaş alıyo, bana en çok bu koyuyo, ölmedi gitti o orospu çocuu da yaa öff.
  • şuan aldığım bi habere (27 şubat 12:34)göre erbakan ölmüş ehehehehehe benden böyle bi yorum beklemiyodu heralde, ufuk bile ilahiyatçıyı savunuyosa daha da yaşanmaz diyip gitti heralde, ehehehehehehehhehehe radyo diyceyi gibi oldum amke kendi kendime gülüyorum yazı arasında
  • erbakan cennete mi gitti cehenneme mi deli gibi merak ediyorum yahu, ama hakkaten çok merak ediyorum, sonuçlar ne zaman belli oluyo ki acaba, bunu bilsem hayatımın kalanını buna göre şekillendiricem, off ulan keşke acun beşiktaş bilmem kaçıncı noter başkatibinden aldığı sonuçları açıklar gibi açıklasaydı da öğrenseydik, 
  • neyse ki öbür tarafın halk oylamasına itibar etmicek adaletli olduğuna olan inancımız hala sürüyor 
  • yahu bu söyliceğim aslında kendimle ilgili ciddi bişey, belki şuan allahın belamı vermesini siticeksiniz ama ben pazar günleri bu son dakika haberleri olmasına çok tavım yaaa, kargaşa kaos hep sevdiğim şeyler benim, mesela erbakan ölmüş şimdi, akşama kadar canlı bağlandtılar bilmem ne çok heyecanlı dil mi, erbakanın ölmesi kötü bi durum dilgerçi ama kötü durumlarda da durum değişmiyor, bi tren kazası oldu mu 4 saat kanallar arası gezip kim nası veriyo diye bakıyorum,
  • erbakanın yanında yerim hazır galiba
  • aaa bak şimdi farkettim 27 şubatta öldü adam, "bi 28 şubat daha görmeye dayanamadı çok manidar" falan gibi yorumlar manşetler bizi bekliyor yaratıcı basınımızdan "ergenekondan Sergen'i tutuklasalar da sergenekon diye başlık atsak" diye pusuda bekleyen bi medya var hacı vedat özdemiroğlunun şakasıyla bitiriyorum yazıyı böylece
  • format tamamlanmış, gel interneti yap şeklinde bir çağrı var şuan
  • sevgilerimle

6 Şubat 2011 Pazar

havayi fişeğin sönerkenki hali

berbat bi duygu kuruntu,
garip de biraz,
kıskançlığın bir ileri safhası gibi,

içini kemiriyor ve sen görüyorsun ama hiçbir şey yapamıyorsun yaptıkların da yetersiz kalıyor, 
kendini ikna etmeye cümlen kalmamış çünkü, 

ama sonrası da var, 
ve bana en çok bu koyuyor,

kabullenmeye başlamak...

yedirmeyen, içirmeyen uykusuz bırakan ve hiç bir saniye bile aklından çıkmayan, 

yeniden tetikleninceye kadar alışılabiliyor,
hatta bazen tetiklenince de kayıtsız kalabiliyorsun,
olsa nolcak diyosun, 

olsa nolcak tabi ama sen uykusuzluğunla kalıyorsun, ve hep bi parçandan daha ödün veriyosun,

fakat ona zaten sen değer biçiyorsun, kaç uykusuz gece birim fiyatında olacağına sen karar veriyorsun

yani senden çıkacak parçanın sorumlusu sensin. 

bunu baştan söyleyememek de, sonradan söyleyebilmek de büyük rahatsızlık,

galiba benim en büyük sorunum bu.

herşeye alışılıyor her şey unutuluyor.
hatta ortada bir şey yokken ve tüm bunlar senin hayal gücünse daha kolay unutuluyor.

30 Ocak 2011 Pazar

LeMan Yazısı (2.bölüm)

LeMan güzel dergiydi yahu, alıştırmıştı kendine,ölçüleri, baskısı, kağıdı, çizimlerinde ki aşırılık..

siyasi duruştu LeMan, kampta eğitim görür gibiydim okurken, ne olduğunu bilmediğim konuda bilinçleniyordum, çok bilinçliydim, biri giriş yapsa deliler gibi tartışabilirdim ama konuyu bilmiyordum, o yüzden girişi başkasının yapması gerekiyordu, ana hatlarda soru vardı yani,

LeMan'ın ruhu çok farklıydı, bunu dergiyi yüceltmek için söylemiyorum, okuyanın karakterini belirleyen bir tarafı vardı LeMan'ın, zaten bu da mizah dergisinin 2, bilemedin 3 siyasi sayfasına yetmeyeceğinden, daha çok Öküz'de hayat buluyordu, sonra Hayvan geldi, Yeni Harman geldi, Git de vardı, ama bu dergiler LeMan'ın 2 sayfasından taşanlardı,

Popüler diziler gibi Travestilerin Eşcinsellerin illa o şekilde konuşmak zorunda olmadıklarını ve onların hep "allah korusun" gözüyle bakılmak zorunda olmadıklarını öğretti LeMan

ilk haftalarımda Baş Yazar Can Yücel'in bir şiirinin ikinci sayfanın sol üst köşesinde daimi durduğunu hatırlarım mesela, nasıl bir mizah dergisi yapar ki bunu,

bunu takiben Eşber Yağmurdereli, Yaşar Kemal, Ece Ayhan, küçük iskender ve nicelerinin hayatlarıyla, şiirleriyle dolduk

kerhanede çalışan bir orospuyla "bilmem ne abla" diye röpörtaj yapıyordu LeMan, belli ki o ablaya ilk kez biri giyinme esnasında zaman geçirmek için değil gerçekten merak ettiğinden "nasıl düştün" diyordu.

Popüler olmayana destek verdi, "göründüğü gibi olmayabilir"i aşıladı LeMan, beli hatası "göründüğü gibi değil" demekti.

Okur Mektupları, cezaevinden gelenleri yayınlıyordu ısrarla, sanki yıllarca sondan bi önceki sayfa hep cezaevi sayfasıydı, Ve LeMan dışarda da, "içerdeki tek eğlence"ydi.

Sakallı sakallı adamlar Ankaraya yürüyordu, her köşeden ayrı destek yağıyordu, her balonu bir dövizdi aslında, ama köyün delisi gibi, herşeye muhalefetti LeMan,

belki o zamanki durumlar da çok müsaitti buna, özel kanallar arttıkça rekabbet, reyting artıyor, gazeteler kendi kanalını destekliyor, dışardan çeviri müzikler yaygınlaşıyor, televole diye bişey çıkıyor, sitkomlar, cıvık yarışmalar, yani herşeyin ilki yaşanıyordu, ve LeMan hepsine muhalefetti.99 yılının lalelerinde hepsi fazlasıyla vardı,

hem Susurluk hem de '99 Depremi de bu döneme gelince yolsuzluklar, saçmalıklar, klişeler, yalanlar ve faşistlikler dergisi olmuştu LeMan,

Abartmıyorum; Mc Donalt's a gittiğimde etrafa bakmaktan yiyemediğimi hatırlıyorum, ya dergiden biri görürse diye...(tanıycaklar sanki de)

Ve bu herkese sallama durumu bigün Okan Bayülgen'e hatta Zülfü Livaneli'ye isabet edicekti, benim de körü körüne inandıklarım birbirini nötrleyecek, bu muhalefete de muhalefet olunabileceğini düşündüğüm ilk zamanlara denk gelecekti.

Bi gün Erdil Yaşaroğlu Özlem Tekin'in prgoramına çıkmıştı, kanal D yi, D&R ı protesto ederken bu nasıl oluyordu, D&R ın LeMan'ı satmıyor diye dergiden protesto edildiği zaman değilmiydi, toplatılmamış mıydı, demek ki dergideki herkes aynı kızıl-çizer modda değildi, ve nitekim bu bölünmeyle belli oldu,

LeMan değil, önce L-Manyak çok büyük bir yara aldı, hatta bitti, içinin tamamı Lombak oldu, lombak dergiden en çok tutan köşeydi, ismin verilmesi çok popüler bir durumdu, tatsızdı, ama ben LeMan'a daha meraklı oldupumdan sorun yoktu, sonra sorun oldu, Selçuk Erdem de, Metin Üstündağ da gittiler, Penguen çıkmaya başladı, gözucuyla baktım, muhteşemdi, ama yok, ihanet gibiydi,  bu böyle uzun süre devam etti, sonra dayanamadım ve Penguen'e geçtim..

Pengueni, Uykusuz'u uzun uzun anlatmicam, zaten buna gerek de yok, ama sadece bugün sevilen beğenilen ne varsa ama ne varsa LeMan'ın ürünü olduğunu düşünüyorum,

Yozlaşmaya muhalefet eden LeMan'ın siyasi sayfaları, komiğin önüne geçti, bu belki normaldi ama komik gidince dergi başka bir sınıfa giriyor, Baruter'in muhteşem çizimleri, Selçuk Erdem'in esprileri, Kenan Yarar'ın Galip Tekin'in şaheserleri, Lütfü Oflaz'ın bi kaç kelimesinin altında kalmaya başlıyordu, LeManti medya Ateş püskürürken, kimse Faruken Bayraktare'nin sempatik karakterlerine gülemiyordu, (ama ne olursa olsun Fatih Solmaz hep çok komikti)

Ve sonradan anladım ki, bir uçurumdan dönmüştü mizah, "muhabbetimiz uyuşmuyor" sonuna kadar haklı bir ayrılma sebebiydi, Penguen, çok daha saf, çok daha masum bir dergiydi, çok komikti ve aslında daha muhalifti, sadece köyün delisi değildi çünkü söyledikleri ciddiye alınıyordu.

İşte burda mizah ÇağÇağ'dan Akgün'den sıyrılıp, MET-ÜST edebiyatıyla hem çok daha kaliteli hem de çok derinden ve zekice vuran bir hal aldı, ve ben yine sonrada anladım ki, bir mizah dergisinin herşeyi MET-ÜST'tü. Metin Üstündağ'ın iki kelimesi Nihat Genç'in 6 puntodan 3 köşeyi doldurmasına bedeldi,

Karşılaştırma yapmak istemiyorum, hepsini ayrı sevdik ama Metin Üstündağ hem edebiyatıyla hem mizahıyla bugüne kadar ki tüm mizahçılardan ayrılmıştır bende, işte bu yüzden siyaseti de ayarında yapar, LeMan'ın bazı kapakları arşivliktir, Penguen'in her kapağı çerçeveliktir, çünkü onda Metin Üstündağ doğrudan rol almıştır,

Musa Kart'ın başbakanı kedi çizmesine açılan davayı protesto olarak, 9 ayrı hayvan çizimi kapağı, her biri imzalı dev afiş olarak hala arşivimdedir, ve o hep eleştirdiğimiz medya devleri ilk kez mizahın gücüyle bu kapak sayesinde yakından ilgilenmiştir,buna da dava açılınca MET-ÜST "çizilmiş karikatürün davası olmaz" diyerek davaya da güldürmüştür, ve dergi aklandığında kapakta bir penguen başbakan'a" Lütfen Validenizi de alıp gider misiniz" diyecektir.

İşte bu MET-ÜST zekası ve çağın en iyileri olan ersin-umut-yiğit üçlüsü de aslında bu kapakla ve MET-ÜST zekalı mizah sayesinde ön plana çıkmışlardır, yanına yaklaşınca sülalesine küfreden deli dergiden, gerçek bir muhalefet, gerçek Şairler, Gerçekten çok komik yazarlar çizerler, ve çok iyi edebiyatçı-öykücülerin yanısıra, çok da iyi "yumurtalar" çıkmıştır.

ve uykusuz bu çok kaliteli yoğurdun da kaymak tutan en iyi tarafıdır, türk mizahının defalarca kaynatılıp tortusu alınmış Mırra'sıdır.

Bağlayacak olursak son 11-12 yıldır aralıksız mizah okuyan biri olarak, ahkam kesmeye hakkım olduğunu düşündüğüm tek konu olan mizahın değerlendirmesi bence budur, LeMan gerçek bir ekoldür, herşeyin başlangıcıdır, insaflıdır, merhametlidir, hayalleri süsler, ulaşılması zordur, ama hep bileyicidir, birşeyleri sivriltir hep LeMan, bu kadar çelişkili bir ülkede, yargısı hep kesindir, bence hep bundan kaybetmiştir, köyün delisi, devamlı sigara içen bir veremli daha şirin bir ifadeyle "ağzı bozuk ihtiyardır", kendi sahasındayken önüne gelene ateş püskürtür, ama ÇağÇağ Okan Bayülgen'in Programında kuzudur, çünkü onları başka TV'ye çağıran da yoktur, Zülfü kendi bestesini Vodafone'a verir, kaygısı çağdaş takınan, aslında çok tutucu LeMan yazarlarına düşer, evet gerçekten de "şarkılar sokağa" böyle çıkar ve ben her reklamda özgürlük'ü duymaktan büyük zevk duydum.

uykusuzdaki toy ve yanlış (ya da eksik ve cahil) siyasetin çok komikle birleşmesi, LeMan'daki dozajın fazla kaçması karşısında, aradan sıyrılan hep Penguen olmuştur aslında, siyaset-mizah dozajının şimdiye kadarkinin en optimum düzeyine ulaşması daha önce de söylediğim gibi Metin Üstündağ'ın eseridir.

Bu yazı LeMan'a körü körüne inanan bir çocuğun, karakterine hem şekil veren hem bu sürece tanıklık eden sayfalara bir saygı yazısıdır aslında... siyaseti, aşkı, mizahı, yozu, popüleri, sanatı, şaheseri, öyküyü, sinemayı,eleştiriyi,emeği, küfürü, kaliteyi ve sonra "ayırdına varmayı" öğrendiği zamanların, haftada bir beliren, hayali ve sessiz ama inceden akıl verip kenara çekilen yol arkadaşıdır,

LeMan okuyana hep başka gözle baktığım için, ben okurken de "acaba kızlar bakıyor mu" diye düşünmeme sebep olan, bakmayınca da "demekki faşistlermiş kaltaklar" diye yaftalatan dergidir.

LeMan; okurken faşistler tarafından dayak yiyip, ağzı burnu şişmiş bi şekilde "LeMan okuduğu için dövüldü" diye 2.sayfada haberimin çıkmasını hayal ettiğim dergidir...

LeMan; her hafta şaşırtan, heyecanlandıran, belki çok farklı biri olucakken yeniden raya oturtan dergidir...

LeMan; ortaokul lise ve üniversitede, şimdiye kadar oturduğum bütün masalara mutlaka kazınmış logodur...

LeMan; hala elime bir kalem geçtiğinde farkında olmadan karaladığım ikisi büyük harfler topluluğudur,

LeMan; "muhalefet yapmak basit bir iş değildir"i kendini bitirmek pahasına öğreten, muhalefete muhalefet olmayı ilke edindiren dergidir.

LeMan; sevmediğim amcamdır...

22 Ocak 2011 Cumartesi

BAKİ KALAN BU KUBBEDE BİR HOŞ SADA İMİŞ (hay1000"LeMan")

Başka bir başlık bulunabilirdi belki yazıya, zira hayatımın uzun süre en önemli "şey"i olmuş bi konuda yazıcam şimdi, mevzu bu kadar önemli olunca, ne başlığa karar verebiliyor insan, ne de neresinden başlayacağına. Ne yazarsam yaziym mutlaka bişeyleri atliycam bu yazıda, bu yazı ne kadar uzun olursa olsun hayatımın yarısından çoğunu anlatmaya yetmeyecek, ancak 1000'de bir kalıcak.

Başlık AHMET YILMAZ'dan yani LeMan'ın en ustalarından birinden, bizim neslin yıldızlarından, tam sayfa bir KILLANAN ADAM kapağın arkasına, "BAKİ KALAN BU KUBBEDE BİR HOŞ SADA İMİŞ" diyor, LeMan o kubbe oluyor.

Dayımın elinde gördüm bu dergiyi ilk, daha doğrusu hiç bi arada gömedim onun elinde, her parçası bi yerdeydi dayım okurken, çekyatın üzerinde uzanıp okuyodu... hiç bi anlam veremedim ne olduğuna, gülünmek için olduğunu da anlamadım,

dayım askerden dönmüştü bi gün, bavulunu karıştırırken mevcut arşivimin en değerli parçasına denk geldim "ROBİNSON CRUSOE & CUMA" ilk kitap olduğundan 1 yazmıyordu üstünde, ve arkasında ıssız bir adada çizer gibi görünen adamın altında yazan "GÜRCAN YURT"u yayınevi falan sanmıştım o zaman, kitap Cuma'nın Robinson'u ebelemesiyle başlıyordu, ama Robinson yummuyordu. o ana kadar karşılaştığım en acayip ve en komik kitaptı bu. Aziz Nesin'in "ANITI DİKİLEN SİNEK"te "bir" yerine "bi " yazmasına şaşırdığım kadar şaşırmıştım bu kitaba ve ironiktir ki daha sonra bir dilbilgisi dersinde gizlice okurken Reyhan Hoca almıştı elimden Kitabı, çünkü gizlice okuyabiliyordum ama GİSLİJE gülemiyordum AMİNA KOYİM... ortaokuldaydım ve hiç bi şeyden bu kadar zevk almamıştım..

Profilo yeni açılmıştı, Umut'la hayatımızda ilk defa bir kızla buluşup yalnız başımıza bir yere gittiğimiz gün aldım ilk  LeMan'ımı, D&R a girdik, umut zaten alıyordu, ben de bi tane aliym bari dedim, tarihi hatırlamıyorum ama ortaikideydim. o günden beri karikatür okuyorum.

LeMan beni çabuk çekti içine, siyasi sayfalarından etkilendim önce, "SEFER SELVİ"nin "DERYA SAYIN"ın ta.şaklı baba çizimlerine güldüm, kutupayısı grubuna tecavüz eden polise bakarak bir adamın oğluna "bak şu kutup ayısı bunlar da büyük ayı ve küçük ayı" diyişini hiç unutmadım, sonra deli gibi güldüm SELÇUK ERDEM'e, ERDİL YAŞAROĞLU en beğendiklerimdendi, CEM YILMAZ'ın da bu dergiden çıktığını duyup gururlandım, BEZGİN BEKİR'den bişey anlamasam da varlığı huzur veriyodu sanki, KAAN ERTEM  vardı bi de başlarda sevmemiştim hiç,"ERDENER ABİ neden var yahu, ne yani bu" diyordum CENGİZ ÜSTÜNle BÜLENT ÜSTÜN'ün ardeş olduğunu öğrendiğimde artık L-Manyak vardı ve tabi FATİH SOLMAZ  gibi bir cevher de,

LeMan'da yazar olma hayalim hiç bitmedi, şuan sorsan yine vardır, ama çizemediğim için sadece komiklikle dergide olabilmenin temsiliydi Fatih Solmaz, veremle savaşanlar derneğinde ".mına kodumun veremlileri" diye adam kovalayan karikatür yapıyordu, ohaydı. Fatih Solmaz çok çok çok komikti.

BAHADIR BARUTER ne biçim çiziodu öle, ama benim favorim "KENAN YARAR"dı. HİLAL çok seeksiydi off GALİP TEKİN  de muhteşem çiziyo ya, ENDER ÖZKAHRAMAN'ın hikayelere hastaydım, (Bozüyük'lü olanını Bilecikte okumuştum). CAN BARSLAN'ı yıllarca DEDEKTİF ŞANLI sandım "Sanlı"ymış, VEDAT ÖZDEMİROĞLU'nun VÖSYM SERİSİ'ni onlarca defa okudum.isimler çoğaltılır ama hangi birini söyleyeceğini bilmeyen adam hiç bişey yazamaz heralde, sadece birilerine anlatmak için ezberlemeye çalıştığım balonların toplamı sayfalar tutar. LeMan'ı da L-Manyak'ı da kaçırmadan okuduı yıllarca, Umut L-Manyak'çıydı, ben daha ziyade LeMan'cı, her bir noktasını inceleye inceleye çizeri çizgiden tanımaya da başladık sonra, İstiklalde sadece yukarı aşşağa yürüyen iki Beyoğlu yorgunu olarak, derginin arkasında yazan "İMAM ADNAN SOKAĞI" aradık bi gün... bulamadık...başka bi gün tekrar denedik, bulduk, LeMan KÜLTÜR'Ü aradık, onu da bulduk, metal gri, dümdüz bi kapısı vardı, o anı hiç unutmuyorum,önce sen gir dedi, yok dedim ben girmem, o zaten girmezdi, yaklaştım kapıya, sanki hanselle gratelin muhallebi evini bulduk mına koyim. kapıyı hafif sürünce dev ışık hüzmesi bizi içine çekicekti sanki, şimdi o bütün kadro bu kapının arkasında mı diye düşündüm, gerçekten böyle bişey bekliyordum. kapının ortasında küçük bi nokta olduğunu farkettim, kameraydı, zaten bacaklarım titriyordu, kadrajdan çıktık, bi kaç gün de giremedik... ilk girdiğimizde Umut'u bilmiyorum ama ben bu kafe görüntüsünden çok hoşlanmamıştım, bizim iki hafta girebilmenin hayalini kurduğumuz yerde adamlar rahat rahat oturuyorlardı ve etrafta hiç çizer yoktu, ama dergilerle kaplı duvarlara bayılmıştım, (hala aklımın bi köşesinde durur bi gün yapıcam diye) kütüphanesinden çıkamamıştım, (zaten bizi başka yere pek sokmuyolardı) ama en önemlisi İLHAMİ ile arkadaş olmuştuk, İlhami kapı görevlisiydi, koca mekanda bizimle konuşan tek adamdı.

LeMan L-Manyak maçı vardı bi gün, BJK Fulya suni çim sahadaydı, 19:00 daydı, ben LeMan'ı tutuyodum, Umut LeManyak'ı, LeMan yenmişti, "bir slogan başlattım" la övünmüştüm, yani o kalabalık önce benim başlattığım bir sloganı söylemişti, umut da yapmıştı aynısını.Ve çıkışında imzalar, has.ktir biz bunu tahmin edemedik, herkes defter kalemle gelmiş,  bizde bişey yok, bi parça ondan bi kalem ondan ala ala imzalar almıştık çizerlerden, karışık imzalatıp sonra paylaşalım demiştik, farkettik bi sayfada önde ufuk'a arkada umut'a sevgilerle yazıyo, ve bundan iki tane var, eşit olarak paylaştık yani yine, o küçücük kağıtlar hala duruyor bende, bir "sevgilerle"m eksik olarak.

He bi de Umutla ilk kez porno dergi alıp odada incelerken babası içeri dalınca derginin üstüne ani bi refleksle LeMan örtmüştük, halden de anlıyodu LeMan

İnternet çıktığında da internet kafeye her gidişte (MİRC'ten sonra) baktığımız ilk sitelerden biri leMan'ınkiydi. zaten aklımıza başka bişey gelmiyordu.

LeMan'ın bende ne anlama geldiğini anlatmak sayfalar sürer ama lisede hastalığın boyutları daha da arttı, hem siyaset hem mizah, hem genel kültür dergisiydi LeMan, L-Manyak'sa sadece komikti ama çok komik,

Bigün "FİLİSTİN" özel sayısı yaptı LeMan, tam da savaşın ortasında,"savaşı destekleyenin ya çıkarı vardır ya da aptaldır diyordu"
başka bi gün "fransadan muhalif mizahın babaları geliyor" dedi, "CHARLİE HEBDO" özel sayısı çıkardı, arşivimin iki nadide parçasıdır hala.

TÜYAP'da ODAKULE'de saatlerce kuyruk beklememin sebebi hep LeMan'dı

kütüphanesinden de tişört, rozet, kitap, poster, çıkartma aldık durduk yıllarca, Şerafettin'i Annem yer bezi yapana kadar giydim(sittin sene).

M.ÇAĞÇAĞ'ın "tripanazomigambiyetsizler"i ve "46-cezai ehliyeti yoktur" tişörtlerini de

-İlhami bu kaş lira
-5
-3ü tane kaça olur
-7

sonra BARUTER bi kaç hafta çizmemeye başladı, hasta falan mı acaba dedik, ve lisedeyken Milliyette bi haber gördüm, mizah dünyası bölündü diye (haber arşivimde mevcuttur), yeni derginin kurucularından MET-ÜST, muhabbetimiz uyuşmadı ayrıldık demişti, o zaman anlamamıştım bunu.

Rüya orda bitti. Bana göre LeMan'a ihanetti bu, inat ettim, LOMBAK'a da PENGUEN'e de geçmedim, ben yine LeMan okudum...derginin yarısını ÇAĞÇAĞ, yarısını KEMAL ARATAN dolduruncaya kadar.


DEVAM EDECEK(yoruldum, 3 saat sürdü NİHAT GENÇ miyiz burda)

15 Ocak 2011 Cumartesi

"mai ve siyah" kart

3 tane mavi kart gelmedi diyor arkalardan bi adam, aha diyorum korktuğum oldu...

biri mavi kart diyince, eski evdeki komşu Arife Teyze geliyor aklıma, Arife Teyze hayatı boyunca sanki maaş için değil mavi kart için çalıştı, patronuyla yaptığı mavi kart pazarlıklarını öyle bir anlatırdı ki, ("mavi kart var mı dedim, yapacaz dedi, hemen yapılırsa girerim dedim, tamam dedi") mavi kartın sadece otobüslerde geçtiğine uzun süre inanamadım, o zamanlar akbil de yoktu, neticede bir kağıttı mavi kart, insan hayati bişey olduğuna inanmak istiyor.

otobüs tıklım tıkış, sabahın körü, Şile Yolu'ndan Altunizade'ye gidiyorum, ordan da Kadıköy... kafamdan küçük hesaplar geçiyor, "ulan Altunizade'de 14F gelse de durağın sonuna kadar götürse", diye otobüsün 50metre fazla gitmesine değişik anlamlar yüklüyordum, bi ses geldi arkadan, 3 tane mavi kart gelmedi kaptan dedi adam, hadi bir tane neyse iki tanesi de karışmış olabilir ama üç fazlaydı, çalınmıştı,sahipsiz akbillerin bir o yana bir bu yana gidip geldiği, anonslarla sahibini aradığı 11ÜS artık bir batakhaneydi. hala geri gelme ihtimali olduğuna inandığı saniyelerdi, iki üç kişi sesini yükseltmmişti, otobüsün durdurulacağından korktum, beni ararlarsa ne yapacağım ben diye düşündüm, sonra dedim banane ben çalmadım ki, kendime ispatlamak ister gibi ceplerimi kontrol ettim, yoklardı, rahatladım, ama yine de önlerdeydi, potansiyel suçluydum,

Bi de adam demez mi çekmeköyden bindik, işte korktuğum oldu, genelde arkadan binen ben, bu sefer önden binmeseydim benimki de gidecekti, bu ihtimali düşündükçe kanım çekilir gibi oldu, sanki biri Arife Teyze'nin anısına saygısızlık yapıyordu, mavi kartımın bir gün olmadığını düşündüm, tek vesait olsun diye 14ŞB ye binip Ataşehirin içine girecek hatta ziverbey trafiğine göğüs gerecek... hayır hayır.. kötü bir rüyadan uyanmış gibi kafamı sallayarak hastalıklı düşüncelerimi uzaklaştırdım, en kötüsünü düşünmemem lazım, mavi kartım cebimde duruyor, 14ŞB de hala sadece bitirmem gereken kitap olduğunda bineceğim bir araç olarak yerinde duruyor, fakat araç körüklü, bunun yarını da var, mavi kartın gidip gelmesi en az 15 dk, yani artık bu 15 dakika ömrümden ömür alıcak bundan sonra, aralardan bakarak takip etmeye çalışıcam, 2 metre sonrasını göremicem, bu 15 dakika bana ümraniye trafiğine girmemenin marjinal faydasını sıfırlayacak, trilyonluk yatırım olan ŞİLE YOLUnu gözümde sıfıra indirecek.

hemen ayın kaçında olduğumuzu düşündüm, 15, Kübra Hanım'ın (muhasebeci) yol parası konçertosuna daha 24 gün vardı, 24 gün ŞB... işte o an gemi adamı olmayı düşündüm, beni bu stresten ancak bu kurtarırdı,

benim bunları kurmam 4 dk sürdü, aynı anda akbilleri çalınanların başka Kübra Hanım'lar düşünmesi de denk zamanda oldu ki 4 dakika sonra konuşmalar başladı, en çok Bebek'te çalışanın sesi çıkıyordu, (Çekmeköyden Bebeğe 14ŞB ile gitmek). Adam önce "yazık" dedi, evet gerçekten de "yazık"tı ama bu genel bir tabirdi, "nolucak halimiz böyle garibanın ekmeğiyle oynamak" dedi, hala özele girmemişti ama yaklaşıyordu, bütçesini sarsan bir olay olduğunu belli etmek istemiyordu, halbuki bütün mavi kart hırsızlıkları, mutlaka bütçe sarsar, (Kübra Hanım sigortası) "ama takip etmemiz lazım, bizde de hata var" dedi, "kim uzatıyorsa yanındakine bakacak" dedi, "uzatıyor mu cebine mi atıyor"  diyerek herkese potansiyel suçlu muamelesi yaptı, amca giderek masraflarını farkediyordu, Bebek bu boru değil 4 vesait, dozu arttırdı, "yakalansa yakalanır da belediyede de iş yok belediyede de bakma sen" diyerek bulunulan araçta yüzde 90 lara kadar söz sahibi olan kutsal değerlere laf ediyor, adeta uçuyordu, aylık sarıgazi haber dergisinde 4. sayfada "nankörler başlığıyla çıkabilirdi". birden YAU BU ADAMLAR BAŞLARINI YASTI...YATAĞIN... YASTIĞIN ALTINA NASIL KOYUYOR YAA diye bağırdı, işte bu gerçekten şansızlıktı, rahmetli Tansu Çillere de olmuştu bu, Halili...hasilii..hali..hasilitasyon görüyor bunlar demişti, adam en iddialı lafını yanlış söylemişti, ama iktidarı daha üzün sürmüştü,  onaylayan kafalar, "bunlar bu işi iş edinmiş iş" diye katıldılar, bir tane teyze söz isteyerek, her zaman akbillerinizi takip edin ben hep söylüyorum sahip çıkın her zaman, dedi. Abi belediyeden devlete geçti, devlet görevini yapmıyorsa vatandaş yapacak dedi, bir iki popüler örnek verdi, sonra bunun öbür tarafı var diyerek muhtemelen hala içerde olan hırsıza gözdağı verdi, "Cenab-ı Rabbim herşeyi sorucak bir bir sorucak, o zaman kötülük yapanlar ortaya çıkıcak" diyerek de yarı çocuksu yarı kadere boyun eğen bir genellemeyle kendini de sütten çıkardı,(14ŞB nin Dudullu'da yavaşlayan şöförü geldi aklıma) allahından bulsunlara getirmiş, olayı kabullenmişti, ama hırsız eğer şuan yakalanırsa linç edilebilirdi, arkamda gözlerin dolduğu anı hissettim, sessizlik oldu, abi milyarlar harcasa edinemeyeceği bir popüliteye akbilini çaldırarak sahip olmuştu, (hem de Kübra Hanım'ın hesabıyla 120/30x24(=96)TL'yle).. artık turistik çamlıca durağını geçmiştik, geçmiş olsundu, abi son bir gayretle bir daha bağırdı "BUNLARI İKİ BİLEĞİNDEN KESİP HABERLERE ÇIKARICAKSIN BAK BAKALIM Bİ DAHA YAPICAK MI"... orantısız güç kullanmıştı, belediyeyi devleti eleştirip, bir çocuk gibi kötü insanları allaha havale ederken birden şeriata bağlamıştı, millet parkı durağını da geçmiştik, arkalardan gelen bir kadın şöföre 10TL uzatıp, ben Sultanbeyliğinden bindim de vermedim, bir kişi alır mısınız dedi, Kübra Hanım mı diye baktım, değildi...ama çok uyanıktı, hayran kaldım.

9 Ocak 2011 Pazar

Emine

Emine midyatlı bi kız,



çok geliyor aklıma bu ara, Midyat'ı ayrı özledim Emine'yi ayrı.


Doğu turu yaptım bu yaz, tam tur denir mi ya da normal bir tur nasıl olur bilmiyorum ama benim tur yapmak için oranın en güzel yerlerini görmeye ihtiyacım yok,-ki bence bir yerin en güzel yerleri bir kere gitmekle hakedilmez- ordaki yaşama kısa bir süreliğinedahil olmak benim tur anlayışım, klişe de gelebilir ama kaybolmadan da olmuş saymıorum kendimi, o yüzden rehberlere ölümüne gıcığım.

sırt çantasını takıp diyar diyar gezmek özentisi herkese güzel gelir, ama buna özenenler ya sadece özenirler ya da en fazla ilk durakta vazgeçerler genelde,  o yüzden planı yaptığımda 4-5 kişi benimle plan yapar ve ben yine tek çıkarım geziye, tek olacağımı da hep bilirim aslında bu yüzden ya  tek çıkılmalıdır geziye ya da belki çok yakın bi arkadaş.






Daha önce yaptığım İç Ege, İç Anadolu, Batı Karadeniz turlarından tecrübemle söyleyebilirim ki, nisbeten masraflı ve çok eziyetli bi olduğu kesin, onun için kimin böyle bişeyi göze alabileceğini az çok biliyorum. İnsanın tek huzur bulma şekli bu değilse, bunları konuşurken bile heyecanlanmıyorsa, bi hafta bodrum tatiliyle kıyaslıyosa, parkta yatmayı-artizlik olsun diye söylemiyorum kalınabilecek en iyi yerdir- ve çoğunda uykusuz geçirmeyi,  tuvaleti de bölgenin ender alafranga yerlerinde kaçak halletmeyi gözü yemiyorsa, hep plan yapar durur zaten. Kamyon kasasında yolculuk yapmak 3.sınıf dizilerde enginaltandüzyatan'ın yaptığı gibi olmuyor,  bi kere neresine oturursan otur, gözünü açamıyorsun, kaç derece olursa olsun donuyorsun, bi de bal dök yala olmaz, kasa orası, toz toprak içinde kalıyorsun, battaniyeyi çekip bekliyorsun, bi de bağıra bağıra şarkı söyleyebiliyorsun, kimse duymuyor, he bi de otostop zaten tehlikeli bi iş ama en az duranlar da kamyonlardır yahu, ne öle sebil gibi her dizide.






Doğuya gelicek olursak,
Vanda tanıştığım çinli kız-İman-dankaptığım "turistlik" imajını sürdürüyorum, hasır şapka aldı ikimize de, hala onu takıyorum, zaten gören turist sanıyor, Midyata da batmandan İtalyan Paolo ile girdim, tek girsem yine turist sanılır mıydım bilmiyorum ama hem şapka, hem yanımda boyum kadar çantalı bi adamla elimde makinayla çeke çeke gelince bütün çocuklar poz vermek için sıraya girdi, orda ki hiç bir fotoğrafı bi daha görmeyeceklerini bile bile bu kadar hevesli davranmaları -abi beni tek çeksene-, çok turist alan bi yer olmasına rağmen fazla karşılaşmadıkları bi durum olduğunu düşündürttü.-taş duvar çekmeye bayılıyo herkes, sanırsın FUAD'a albüm kapağı-.






Turist değildim aslında;
çocukluğumdan beri oralardan gelmiş insanlarla komşuyum, dili bilmiyorum ama tonlamadan ne söylediğini  zaten hep anlıyordum, başta dalga geçtiklerini, sonra hoşlarına gittiğini  anladım, genelde böyle yerlere gelenlere, deniz tatilinden sonra bir ay da burda geçirmek isteyen insanlar gözüyle bakıyor galiba, ama benimki başlı başına tercihti. kızlarının fotoğraflarını çekmeme hiç itiraz etmediler, kadınlar kendileri çıkmak istemediler sadece, ama beraber alırken  de yerlerinden kalkmadılar, sonra tabi ayran vs ikram ettiler, -Paolo'ya baya2 tane içti, "veri hat veri hat" diyodu-. Ordaki kızların ergenliğe erken giriyor olması sıcak iklim olması dışında, erken büyümek zorunda kalmaları da olabilir mi acaba, çünkü emine 3-4 yaşlarındaysa 7-8 yaşlarında ki ablası Emine'den en sorumlu gibiydi, "erken büyüyor çocuklarımız 16'sında bir devrimci 18 inde birer kahraman..." dizelerinde kastedilen bu olabilir mi:)






Emine'ye gelecek olursak,
zaten tanıdığım, fazlasıyla aşina olduğum çocuk tipinin en güzel bakan örneklerindendi, Uçurtmayı Vurmasınlar çocuunun -Ozan Bilen- duygusallığı vardı bakışlarında,sanki her an "niyye ulltsmuyo ilnjjii" diye sorucak gibiydi,sanki bu kız gülünce karşı tarafta ayna görüntüsü yapıyor, orda ağlamak istiyor insan, çok etkiliyor bakışı da gülüşü de insanı, o çökerek poz verince, iki elini de çenesine koyunca, yerde mıhlanıp kalası geliyor insanın, -ah ulan parasal durum planında akşama Diyarbakır'da olmam gerekmicekti ki- çok güzel bi kız Emine, büyüyünce daha da güzel olucak belli ki, ama güzellik dışında başka şeyler var bu kızda, çok sevdim Emineyi, gerçekten gidesim gelmedi, ayakkabılıklarında yaşayan kedi gibi kıvrılasım geldi bi kenara, gereksiz idealist bir duygusallık yapmak istemiyorum ama Midyat gerçekten böyle bir yer.


Emineyi bir kere daha görmem için oraya bir daha gitmem gerekiyor, biraz yakın olsaydı keşke şöyle bir 10 saatlik falan... sırf uçaktan sonra 4-5 saat sürer heralde, sırf görüp gelmek de olmaz, yine gezmek lazım, Tuncelide Kırkgöz'e gitmedim oraya gitmek lazım... Vana bir daha gitmek Ahdamarın içine de girmek lazım... belki bu sefer Veysel Karani de haşlama da yemek lazım... önce zaman lazım... sonra para lazım... 




Öyle yani Emine "uçar birgün"...



Yazıyı siyasi bir yere bağlamak ya da özellikle buradan kardeşlik mesajı falan vermek yapacağım son şey ama,  şu bakış çok tanıdık ve çok içten değil mi,  Doğu'yu diğer gezilerden ayıran da, ve oralarda beni çeken de bu yoğunluktu, aslında istanbuldakinin daha yoğunu olmasıydı, ama esas nokta yarı yarıya olmasıydı, ya da beni vuran hep bu yarıyarıyalıktı.


"salına salına tu ji wede hate" gibi...
"yabancın değilem pismame teme" gibi... 
"bir öpücük versen xêra de û bayê " gibi... 
"Aşkından kül olmuşan merhamet bikê" gibi...
benim gibi...

"salına salına tu ji wede hate
aikın ateşiyle dile min kete
söz verdide zalım çima nehate
yabancın değilem pismame teme
tu bibeji nebeji mevane teme

senin sevdan sere min ji bi derde
yanıyor bu sevdam tütüyor serde 
min go heri lawik deste min berde
yabancın değilem dotmame teme
tu bi beji nebeji dotmame teme"



*salına salına bu linkten dinlenebilir.
*Emine albümü facebook hesabımdan görülebilir.