30 Ocak 2011 Pazar

LeMan Yazısı (2.bölüm)

LeMan güzel dergiydi yahu, alıştırmıştı kendine,ölçüleri, baskısı, kağıdı, çizimlerinde ki aşırılık..

siyasi duruştu LeMan, kampta eğitim görür gibiydim okurken, ne olduğunu bilmediğim konuda bilinçleniyordum, çok bilinçliydim, biri giriş yapsa deliler gibi tartışabilirdim ama konuyu bilmiyordum, o yüzden girişi başkasının yapması gerekiyordu, ana hatlarda soru vardı yani,

LeMan'ın ruhu çok farklıydı, bunu dergiyi yüceltmek için söylemiyorum, okuyanın karakterini belirleyen bir tarafı vardı LeMan'ın, zaten bu da mizah dergisinin 2, bilemedin 3 siyasi sayfasına yetmeyeceğinden, daha çok Öküz'de hayat buluyordu, sonra Hayvan geldi, Yeni Harman geldi, Git de vardı, ama bu dergiler LeMan'ın 2 sayfasından taşanlardı,

Popüler diziler gibi Travestilerin Eşcinsellerin illa o şekilde konuşmak zorunda olmadıklarını ve onların hep "allah korusun" gözüyle bakılmak zorunda olmadıklarını öğretti LeMan

ilk haftalarımda Baş Yazar Can Yücel'in bir şiirinin ikinci sayfanın sol üst köşesinde daimi durduğunu hatırlarım mesela, nasıl bir mizah dergisi yapar ki bunu,

bunu takiben Eşber Yağmurdereli, Yaşar Kemal, Ece Ayhan, küçük iskender ve nicelerinin hayatlarıyla, şiirleriyle dolduk

kerhanede çalışan bir orospuyla "bilmem ne abla" diye röpörtaj yapıyordu LeMan, belli ki o ablaya ilk kez biri giyinme esnasında zaman geçirmek için değil gerçekten merak ettiğinden "nasıl düştün" diyordu.

Popüler olmayana destek verdi, "göründüğü gibi olmayabilir"i aşıladı LeMan, beli hatası "göründüğü gibi değil" demekti.

Okur Mektupları, cezaevinden gelenleri yayınlıyordu ısrarla, sanki yıllarca sondan bi önceki sayfa hep cezaevi sayfasıydı, Ve LeMan dışarda da, "içerdeki tek eğlence"ydi.

Sakallı sakallı adamlar Ankaraya yürüyordu, her köşeden ayrı destek yağıyordu, her balonu bir dövizdi aslında, ama köyün delisi gibi, herşeye muhalefetti LeMan,

belki o zamanki durumlar da çok müsaitti buna, özel kanallar arttıkça rekabbet, reyting artıyor, gazeteler kendi kanalını destekliyor, dışardan çeviri müzikler yaygınlaşıyor, televole diye bişey çıkıyor, sitkomlar, cıvık yarışmalar, yani herşeyin ilki yaşanıyordu, ve LeMan hepsine muhalefetti.99 yılının lalelerinde hepsi fazlasıyla vardı,

hem Susurluk hem de '99 Depremi de bu döneme gelince yolsuzluklar, saçmalıklar, klişeler, yalanlar ve faşistlikler dergisi olmuştu LeMan,

Abartmıyorum; Mc Donalt's a gittiğimde etrafa bakmaktan yiyemediğimi hatırlıyorum, ya dergiden biri görürse diye...(tanıycaklar sanki de)

Ve bu herkese sallama durumu bigün Okan Bayülgen'e hatta Zülfü Livaneli'ye isabet edicekti, benim de körü körüne inandıklarım birbirini nötrleyecek, bu muhalefete de muhalefet olunabileceğini düşündüğüm ilk zamanlara denk gelecekti.

Bi gün Erdil Yaşaroğlu Özlem Tekin'in prgoramına çıkmıştı, kanal D yi, D&R ı protesto ederken bu nasıl oluyordu, D&R ın LeMan'ı satmıyor diye dergiden protesto edildiği zaman değilmiydi, toplatılmamış mıydı, demek ki dergideki herkes aynı kızıl-çizer modda değildi, ve nitekim bu bölünmeyle belli oldu,

LeMan değil, önce L-Manyak çok büyük bir yara aldı, hatta bitti, içinin tamamı Lombak oldu, lombak dergiden en çok tutan köşeydi, ismin verilmesi çok popüler bir durumdu, tatsızdı, ama ben LeMan'a daha meraklı oldupumdan sorun yoktu, sonra sorun oldu, Selçuk Erdem de, Metin Üstündağ da gittiler, Penguen çıkmaya başladı, gözucuyla baktım, muhteşemdi, ama yok, ihanet gibiydi,  bu böyle uzun süre devam etti, sonra dayanamadım ve Penguen'e geçtim..

Pengueni, Uykusuz'u uzun uzun anlatmicam, zaten buna gerek de yok, ama sadece bugün sevilen beğenilen ne varsa ama ne varsa LeMan'ın ürünü olduğunu düşünüyorum,

Yozlaşmaya muhalefet eden LeMan'ın siyasi sayfaları, komiğin önüne geçti, bu belki normaldi ama komik gidince dergi başka bir sınıfa giriyor, Baruter'in muhteşem çizimleri, Selçuk Erdem'in esprileri, Kenan Yarar'ın Galip Tekin'in şaheserleri, Lütfü Oflaz'ın bi kaç kelimesinin altında kalmaya başlıyordu, LeManti medya Ateş püskürürken, kimse Faruken Bayraktare'nin sempatik karakterlerine gülemiyordu, (ama ne olursa olsun Fatih Solmaz hep çok komikti)

Ve sonradan anladım ki, bir uçurumdan dönmüştü mizah, "muhabbetimiz uyuşmuyor" sonuna kadar haklı bir ayrılma sebebiydi, Penguen, çok daha saf, çok daha masum bir dergiydi, çok komikti ve aslında daha muhalifti, sadece köyün delisi değildi çünkü söyledikleri ciddiye alınıyordu.

İşte burda mizah ÇağÇağ'dan Akgün'den sıyrılıp, MET-ÜST edebiyatıyla hem çok daha kaliteli hem de çok derinden ve zekice vuran bir hal aldı, ve ben yine sonrada anladım ki, bir mizah dergisinin herşeyi MET-ÜST'tü. Metin Üstündağ'ın iki kelimesi Nihat Genç'in 6 puntodan 3 köşeyi doldurmasına bedeldi,

Karşılaştırma yapmak istemiyorum, hepsini ayrı sevdik ama Metin Üstündağ hem edebiyatıyla hem mizahıyla bugüne kadar ki tüm mizahçılardan ayrılmıştır bende, işte bu yüzden siyaseti de ayarında yapar, LeMan'ın bazı kapakları arşivliktir, Penguen'in her kapağı çerçeveliktir, çünkü onda Metin Üstündağ doğrudan rol almıştır,

Musa Kart'ın başbakanı kedi çizmesine açılan davayı protesto olarak, 9 ayrı hayvan çizimi kapağı, her biri imzalı dev afiş olarak hala arşivimdedir, ve o hep eleştirdiğimiz medya devleri ilk kez mizahın gücüyle bu kapak sayesinde yakından ilgilenmiştir,buna da dava açılınca MET-ÜST "çizilmiş karikatürün davası olmaz" diyerek davaya da güldürmüştür, ve dergi aklandığında kapakta bir penguen başbakan'a" Lütfen Validenizi de alıp gider misiniz" diyecektir.

İşte bu MET-ÜST zekası ve çağın en iyileri olan ersin-umut-yiğit üçlüsü de aslında bu kapakla ve MET-ÜST zekalı mizah sayesinde ön plana çıkmışlardır, yanına yaklaşınca sülalesine küfreden deli dergiden, gerçek bir muhalefet, gerçek Şairler, Gerçekten çok komik yazarlar çizerler, ve çok iyi edebiyatçı-öykücülerin yanısıra, çok da iyi "yumurtalar" çıkmıştır.

ve uykusuz bu çok kaliteli yoğurdun da kaymak tutan en iyi tarafıdır, türk mizahının defalarca kaynatılıp tortusu alınmış Mırra'sıdır.

Bağlayacak olursak son 11-12 yıldır aralıksız mizah okuyan biri olarak, ahkam kesmeye hakkım olduğunu düşündüğüm tek konu olan mizahın değerlendirmesi bence budur, LeMan gerçek bir ekoldür, herşeyin başlangıcıdır, insaflıdır, merhametlidir, hayalleri süsler, ulaşılması zordur, ama hep bileyicidir, birşeyleri sivriltir hep LeMan, bu kadar çelişkili bir ülkede, yargısı hep kesindir, bence hep bundan kaybetmiştir, köyün delisi, devamlı sigara içen bir veremli daha şirin bir ifadeyle "ağzı bozuk ihtiyardır", kendi sahasındayken önüne gelene ateş püskürtür, ama ÇağÇağ Okan Bayülgen'in Programında kuzudur, çünkü onları başka TV'ye çağıran da yoktur, Zülfü kendi bestesini Vodafone'a verir, kaygısı çağdaş takınan, aslında çok tutucu LeMan yazarlarına düşer, evet gerçekten de "şarkılar sokağa" böyle çıkar ve ben her reklamda özgürlük'ü duymaktan büyük zevk duydum.

uykusuzdaki toy ve yanlış (ya da eksik ve cahil) siyasetin çok komikle birleşmesi, LeMan'daki dozajın fazla kaçması karşısında, aradan sıyrılan hep Penguen olmuştur aslında, siyaset-mizah dozajının şimdiye kadarkinin en optimum düzeyine ulaşması daha önce de söylediğim gibi Metin Üstündağ'ın eseridir.

Bu yazı LeMan'a körü körüne inanan bir çocuğun, karakterine hem şekil veren hem bu sürece tanıklık eden sayfalara bir saygı yazısıdır aslında... siyaseti, aşkı, mizahı, yozu, popüleri, sanatı, şaheseri, öyküyü, sinemayı,eleştiriyi,emeği, küfürü, kaliteyi ve sonra "ayırdına varmayı" öğrendiği zamanların, haftada bir beliren, hayali ve sessiz ama inceden akıl verip kenara çekilen yol arkadaşıdır,

LeMan okuyana hep başka gözle baktığım için, ben okurken de "acaba kızlar bakıyor mu" diye düşünmeme sebep olan, bakmayınca da "demekki faşistlermiş kaltaklar" diye yaftalatan dergidir.

LeMan; okurken faşistler tarafından dayak yiyip, ağzı burnu şişmiş bi şekilde "LeMan okuduğu için dövüldü" diye 2.sayfada haberimin çıkmasını hayal ettiğim dergidir...

LeMan; her hafta şaşırtan, heyecanlandıran, belki çok farklı biri olucakken yeniden raya oturtan dergidir...

LeMan; ortaokul lise ve üniversitede, şimdiye kadar oturduğum bütün masalara mutlaka kazınmış logodur...

LeMan; hala elime bir kalem geçtiğinde farkında olmadan karaladığım ikisi büyük harfler topluluğudur,

LeMan; "muhalefet yapmak basit bir iş değildir"i kendini bitirmek pahasına öğreten, muhalefete muhalefet olmayı ilke edindiren dergidir.

LeMan; sevmediğim amcamdır...

22 Ocak 2011 Cumartesi

BAKİ KALAN BU KUBBEDE BİR HOŞ SADA İMİŞ (hay1000"LeMan")

Başka bir başlık bulunabilirdi belki yazıya, zira hayatımın uzun süre en önemli "şey"i olmuş bi konuda yazıcam şimdi, mevzu bu kadar önemli olunca, ne başlığa karar verebiliyor insan, ne de neresinden başlayacağına. Ne yazarsam yaziym mutlaka bişeyleri atliycam bu yazıda, bu yazı ne kadar uzun olursa olsun hayatımın yarısından çoğunu anlatmaya yetmeyecek, ancak 1000'de bir kalıcak.

Başlık AHMET YILMAZ'dan yani LeMan'ın en ustalarından birinden, bizim neslin yıldızlarından, tam sayfa bir KILLANAN ADAM kapağın arkasına, "BAKİ KALAN BU KUBBEDE BİR HOŞ SADA İMİŞ" diyor, LeMan o kubbe oluyor.

Dayımın elinde gördüm bu dergiyi ilk, daha doğrusu hiç bi arada gömedim onun elinde, her parçası bi yerdeydi dayım okurken, çekyatın üzerinde uzanıp okuyodu... hiç bi anlam veremedim ne olduğuna, gülünmek için olduğunu da anlamadım,

dayım askerden dönmüştü bi gün, bavulunu karıştırırken mevcut arşivimin en değerli parçasına denk geldim "ROBİNSON CRUSOE & CUMA" ilk kitap olduğundan 1 yazmıyordu üstünde, ve arkasında ıssız bir adada çizer gibi görünen adamın altında yazan "GÜRCAN YURT"u yayınevi falan sanmıştım o zaman, kitap Cuma'nın Robinson'u ebelemesiyle başlıyordu, ama Robinson yummuyordu. o ana kadar karşılaştığım en acayip ve en komik kitaptı bu. Aziz Nesin'in "ANITI DİKİLEN SİNEK"te "bir" yerine "bi " yazmasına şaşırdığım kadar şaşırmıştım bu kitaba ve ironiktir ki daha sonra bir dilbilgisi dersinde gizlice okurken Reyhan Hoca almıştı elimden Kitabı, çünkü gizlice okuyabiliyordum ama GİSLİJE gülemiyordum AMİNA KOYİM... ortaokuldaydım ve hiç bi şeyden bu kadar zevk almamıştım..

Profilo yeni açılmıştı, Umut'la hayatımızda ilk defa bir kızla buluşup yalnız başımıza bir yere gittiğimiz gün aldım ilk  LeMan'ımı, D&R a girdik, umut zaten alıyordu, ben de bi tane aliym bari dedim, tarihi hatırlamıyorum ama ortaikideydim. o günden beri karikatür okuyorum.

LeMan beni çabuk çekti içine, siyasi sayfalarından etkilendim önce, "SEFER SELVİ"nin "DERYA SAYIN"ın ta.şaklı baba çizimlerine güldüm, kutupayısı grubuna tecavüz eden polise bakarak bir adamın oğluna "bak şu kutup ayısı bunlar da büyük ayı ve küçük ayı" diyişini hiç unutmadım, sonra deli gibi güldüm SELÇUK ERDEM'e, ERDİL YAŞAROĞLU en beğendiklerimdendi, CEM YILMAZ'ın da bu dergiden çıktığını duyup gururlandım, BEZGİN BEKİR'den bişey anlamasam da varlığı huzur veriyodu sanki, KAAN ERTEM  vardı bi de başlarda sevmemiştim hiç,"ERDENER ABİ neden var yahu, ne yani bu" diyordum CENGİZ ÜSTÜNle BÜLENT ÜSTÜN'ün ardeş olduğunu öğrendiğimde artık L-Manyak vardı ve tabi FATİH SOLMAZ  gibi bir cevher de,

LeMan'da yazar olma hayalim hiç bitmedi, şuan sorsan yine vardır, ama çizemediğim için sadece komiklikle dergide olabilmenin temsiliydi Fatih Solmaz, veremle savaşanlar derneğinde ".mına kodumun veremlileri" diye adam kovalayan karikatür yapıyordu, ohaydı. Fatih Solmaz çok çok çok komikti.

BAHADIR BARUTER ne biçim çiziodu öle, ama benim favorim "KENAN YARAR"dı. HİLAL çok seeksiydi off GALİP TEKİN  de muhteşem çiziyo ya, ENDER ÖZKAHRAMAN'ın hikayelere hastaydım, (Bozüyük'lü olanını Bilecikte okumuştum). CAN BARSLAN'ı yıllarca DEDEKTİF ŞANLI sandım "Sanlı"ymış, VEDAT ÖZDEMİROĞLU'nun VÖSYM SERİSİ'ni onlarca defa okudum.isimler çoğaltılır ama hangi birini söyleyeceğini bilmeyen adam hiç bişey yazamaz heralde, sadece birilerine anlatmak için ezberlemeye çalıştığım balonların toplamı sayfalar tutar. LeMan'ı da L-Manyak'ı da kaçırmadan okuduı yıllarca, Umut L-Manyak'çıydı, ben daha ziyade LeMan'cı, her bir noktasını inceleye inceleye çizeri çizgiden tanımaya da başladık sonra, İstiklalde sadece yukarı aşşağa yürüyen iki Beyoğlu yorgunu olarak, derginin arkasında yazan "İMAM ADNAN SOKAĞI" aradık bi gün... bulamadık...başka bi gün tekrar denedik, bulduk, LeMan KÜLTÜR'Ü aradık, onu da bulduk, metal gri, dümdüz bi kapısı vardı, o anı hiç unutmuyorum,önce sen gir dedi, yok dedim ben girmem, o zaten girmezdi, yaklaştım kapıya, sanki hanselle gratelin muhallebi evini bulduk mına koyim. kapıyı hafif sürünce dev ışık hüzmesi bizi içine çekicekti sanki, şimdi o bütün kadro bu kapının arkasında mı diye düşündüm, gerçekten böyle bişey bekliyordum. kapının ortasında küçük bi nokta olduğunu farkettim, kameraydı, zaten bacaklarım titriyordu, kadrajdan çıktık, bi kaç gün de giremedik... ilk girdiğimizde Umut'u bilmiyorum ama ben bu kafe görüntüsünden çok hoşlanmamıştım, bizim iki hafta girebilmenin hayalini kurduğumuz yerde adamlar rahat rahat oturuyorlardı ve etrafta hiç çizer yoktu, ama dergilerle kaplı duvarlara bayılmıştım, (hala aklımın bi köşesinde durur bi gün yapıcam diye) kütüphanesinden çıkamamıştım, (zaten bizi başka yere pek sokmuyolardı) ama en önemlisi İLHAMİ ile arkadaş olmuştuk, İlhami kapı görevlisiydi, koca mekanda bizimle konuşan tek adamdı.

LeMan L-Manyak maçı vardı bi gün, BJK Fulya suni çim sahadaydı, 19:00 daydı, ben LeMan'ı tutuyodum, Umut LeManyak'ı, LeMan yenmişti, "bir slogan başlattım" la övünmüştüm, yani o kalabalık önce benim başlattığım bir sloganı söylemişti, umut da yapmıştı aynısını.Ve çıkışında imzalar, has.ktir biz bunu tahmin edemedik, herkes defter kalemle gelmiş,  bizde bişey yok, bi parça ondan bi kalem ondan ala ala imzalar almıştık çizerlerden, karışık imzalatıp sonra paylaşalım demiştik, farkettik bi sayfada önde ufuk'a arkada umut'a sevgilerle yazıyo, ve bundan iki tane var, eşit olarak paylaştık yani yine, o küçücük kağıtlar hala duruyor bende, bir "sevgilerle"m eksik olarak.

He bi de Umutla ilk kez porno dergi alıp odada incelerken babası içeri dalınca derginin üstüne ani bi refleksle LeMan örtmüştük, halden de anlıyodu LeMan

İnternet çıktığında da internet kafeye her gidişte (MİRC'ten sonra) baktığımız ilk sitelerden biri leMan'ınkiydi. zaten aklımıza başka bişey gelmiyordu.

LeMan'ın bende ne anlama geldiğini anlatmak sayfalar sürer ama lisede hastalığın boyutları daha da arttı, hem siyaset hem mizah, hem genel kültür dergisiydi LeMan, L-Manyak'sa sadece komikti ama çok komik,

Bigün "FİLİSTİN" özel sayısı yaptı LeMan, tam da savaşın ortasında,"savaşı destekleyenin ya çıkarı vardır ya da aptaldır diyordu"
başka bi gün "fransadan muhalif mizahın babaları geliyor" dedi, "CHARLİE HEBDO" özel sayısı çıkardı, arşivimin iki nadide parçasıdır hala.

TÜYAP'da ODAKULE'de saatlerce kuyruk beklememin sebebi hep LeMan'dı

kütüphanesinden de tişört, rozet, kitap, poster, çıkartma aldık durduk yıllarca, Şerafettin'i Annem yer bezi yapana kadar giydim(sittin sene).

M.ÇAĞÇAĞ'ın "tripanazomigambiyetsizler"i ve "46-cezai ehliyeti yoktur" tişörtlerini de

-İlhami bu kaş lira
-5
-3ü tane kaça olur
-7

sonra BARUTER bi kaç hafta çizmemeye başladı, hasta falan mı acaba dedik, ve lisedeyken Milliyette bi haber gördüm, mizah dünyası bölündü diye (haber arşivimde mevcuttur), yeni derginin kurucularından MET-ÜST, muhabbetimiz uyuşmadı ayrıldık demişti, o zaman anlamamıştım bunu.

Rüya orda bitti. Bana göre LeMan'a ihanetti bu, inat ettim, LOMBAK'a da PENGUEN'e de geçmedim, ben yine LeMan okudum...derginin yarısını ÇAĞÇAĞ, yarısını KEMAL ARATAN dolduruncaya kadar.


DEVAM EDECEK(yoruldum, 3 saat sürdü NİHAT GENÇ miyiz burda)

15 Ocak 2011 Cumartesi

"mai ve siyah" kart

3 tane mavi kart gelmedi diyor arkalardan bi adam, aha diyorum korktuğum oldu...

biri mavi kart diyince, eski evdeki komşu Arife Teyze geliyor aklıma, Arife Teyze hayatı boyunca sanki maaş için değil mavi kart için çalıştı, patronuyla yaptığı mavi kart pazarlıklarını öyle bir anlatırdı ki, ("mavi kart var mı dedim, yapacaz dedi, hemen yapılırsa girerim dedim, tamam dedi") mavi kartın sadece otobüslerde geçtiğine uzun süre inanamadım, o zamanlar akbil de yoktu, neticede bir kağıttı mavi kart, insan hayati bişey olduğuna inanmak istiyor.

otobüs tıklım tıkış, sabahın körü, Şile Yolu'ndan Altunizade'ye gidiyorum, ordan da Kadıköy... kafamdan küçük hesaplar geçiyor, "ulan Altunizade'de 14F gelse de durağın sonuna kadar götürse", diye otobüsün 50metre fazla gitmesine değişik anlamlar yüklüyordum, bi ses geldi arkadan, 3 tane mavi kart gelmedi kaptan dedi adam, hadi bir tane neyse iki tanesi de karışmış olabilir ama üç fazlaydı, çalınmıştı,sahipsiz akbillerin bir o yana bir bu yana gidip geldiği, anonslarla sahibini aradığı 11ÜS artık bir batakhaneydi. hala geri gelme ihtimali olduğuna inandığı saniyelerdi, iki üç kişi sesini yükseltmmişti, otobüsün durdurulacağından korktum, beni ararlarsa ne yapacağım ben diye düşündüm, sonra dedim banane ben çalmadım ki, kendime ispatlamak ister gibi ceplerimi kontrol ettim, yoklardı, rahatladım, ama yine de önlerdeydi, potansiyel suçluydum,

Bi de adam demez mi çekmeköyden bindik, işte korktuğum oldu, genelde arkadan binen ben, bu sefer önden binmeseydim benimki de gidecekti, bu ihtimali düşündükçe kanım çekilir gibi oldu, sanki biri Arife Teyze'nin anısına saygısızlık yapıyordu, mavi kartımın bir gün olmadığını düşündüm, tek vesait olsun diye 14ŞB ye binip Ataşehirin içine girecek hatta ziverbey trafiğine göğüs gerecek... hayır hayır.. kötü bir rüyadan uyanmış gibi kafamı sallayarak hastalıklı düşüncelerimi uzaklaştırdım, en kötüsünü düşünmemem lazım, mavi kartım cebimde duruyor, 14ŞB de hala sadece bitirmem gereken kitap olduğunda bineceğim bir araç olarak yerinde duruyor, fakat araç körüklü, bunun yarını da var, mavi kartın gidip gelmesi en az 15 dk, yani artık bu 15 dakika ömrümden ömür alıcak bundan sonra, aralardan bakarak takip etmeye çalışıcam, 2 metre sonrasını göremicem, bu 15 dakika bana ümraniye trafiğine girmemenin marjinal faydasını sıfırlayacak, trilyonluk yatırım olan ŞİLE YOLUnu gözümde sıfıra indirecek.

hemen ayın kaçında olduğumuzu düşündüm, 15, Kübra Hanım'ın (muhasebeci) yol parası konçertosuna daha 24 gün vardı, 24 gün ŞB... işte o an gemi adamı olmayı düşündüm, beni bu stresten ancak bu kurtarırdı,

benim bunları kurmam 4 dk sürdü, aynı anda akbilleri çalınanların başka Kübra Hanım'lar düşünmesi de denk zamanda oldu ki 4 dakika sonra konuşmalar başladı, en çok Bebek'te çalışanın sesi çıkıyordu, (Çekmeköyden Bebeğe 14ŞB ile gitmek). Adam önce "yazık" dedi, evet gerçekten de "yazık"tı ama bu genel bir tabirdi, "nolucak halimiz böyle garibanın ekmeğiyle oynamak" dedi, hala özele girmemişti ama yaklaşıyordu, bütçesini sarsan bir olay olduğunu belli etmek istemiyordu, halbuki bütün mavi kart hırsızlıkları, mutlaka bütçe sarsar, (Kübra Hanım sigortası) "ama takip etmemiz lazım, bizde de hata var" dedi, "kim uzatıyorsa yanındakine bakacak" dedi, "uzatıyor mu cebine mi atıyor"  diyerek herkese potansiyel suçlu muamelesi yaptı, amca giderek masraflarını farkediyordu, Bebek bu boru değil 4 vesait, dozu arttırdı, "yakalansa yakalanır da belediyede de iş yok belediyede de bakma sen" diyerek bulunulan araçta yüzde 90 lara kadar söz sahibi olan kutsal değerlere laf ediyor, adeta uçuyordu, aylık sarıgazi haber dergisinde 4. sayfada "nankörler başlığıyla çıkabilirdi". birden YAU BU ADAMLAR BAŞLARINI YASTI...YATAĞIN... YASTIĞIN ALTINA NASIL KOYUYOR YAA diye bağırdı, işte bu gerçekten şansızlıktı, rahmetli Tansu Çillere de olmuştu bu, Halili...hasilii..hali..hasilitasyon görüyor bunlar demişti, adam en iddialı lafını yanlış söylemişti, ama iktidarı daha üzün sürmüştü,  onaylayan kafalar, "bunlar bu işi iş edinmiş iş" diye katıldılar, bir tane teyze söz isteyerek, her zaman akbillerinizi takip edin ben hep söylüyorum sahip çıkın her zaman, dedi. Abi belediyeden devlete geçti, devlet görevini yapmıyorsa vatandaş yapacak dedi, bir iki popüler örnek verdi, sonra bunun öbür tarafı var diyerek muhtemelen hala içerde olan hırsıza gözdağı verdi, "Cenab-ı Rabbim herşeyi sorucak bir bir sorucak, o zaman kötülük yapanlar ortaya çıkıcak" diyerek de yarı çocuksu yarı kadere boyun eğen bir genellemeyle kendini de sütten çıkardı,(14ŞB nin Dudullu'da yavaşlayan şöförü geldi aklıma) allahından bulsunlara getirmiş, olayı kabullenmişti, ama hırsız eğer şuan yakalanırsa linç edilebilirdi, arkamda gözlerin dolduğu anı hissettim, sessizlik oldu, abi milyarlar harcasa edinemeyeceği bir popüliteye akbilini çaldırarak sahip olmuştu, (hem de Kübra Hanım'ın hesabıyla 120/30x24(=96)TL'yle).. artık turistik çamlıca durağını geçmiştik, geçmiş olsundu, abi son bir gayretle bir daha bağırdı "BUNLARI İKİ BİLEĞİNDEN KESİP HABERLERE ÇIKARICAKSIN BAK BAKALIM Bİ DAHA YAPICAK MI"... orantısız güç kullanmıştı, belediyeyi devleti eleştirip, bir çocuk gibi kötü insanları allaha havale ederken birden şeriata bağlamıştı, millet parkı durağını da geçmiştik, arkalardan gelen bir kadın şöföre 10TL uzatıp, ben Sultanbeyliğinden bindim de vermedim, bir kişi alır mısınız dedi, Kübra Hanım mı diye baktım, değildi...ama çok uyanıktı, hayran kaldım.

9 Ocak 2011 Pazar

Emine

Emine midyatlı bi kız,



çok geliyor aklıma bu ara, Midyat'ı ayrı özledim Emine'yi ayrı.


Doğu turu yaptım bu yaz, tam tur denir mi ya da normal bir tur nasıl olur bilmiyorum ama benim tur yapmak için oranın en güzel yerlerini görmeye ihtiyacım yok,-ki bence bir yerin en güzel yerleri bir kere gitmekle hakedilmez- ordaki yaşama kısa bir süreliğinedahil olmak benim tur anlayışım, klişe de gelebilir ama kaybolmadan da olmuş saymıorum kendimi, o yüzden rehberlere ölümüne gıcığım.

sırt çantasını takıp diyar diyar gezmek özentisi herkese güzel gelir, ama buna özenenler ya sadece özenirler ya da en fazla ilk durakta vazgeçerler genelde,  o yüzden planı yaptığımda 4-5 kişi benimle plan yapar ve ben yine tek çıkarım geziye, tek olacağımı da hep bilirim aslında bu yüzden ya  tek çıkılmalıdır geziye ya da belki çok yakın bi arkadaş.






Daha önce yaptığım İç Ege, İç Anadolu, Batı Karadeniz turlarından tecrübemle söyleyebilirim ki, nisbeten masraflı ve çok eziyetli bi olduğu kesin, onun için kimin böyle bişeyi göze alabileceğini az çok biliyorum. İnsanın tek huzur bulma şekli bu değilse, bunları konuşurken bile heyecanlanmıyorsa, bi hafta bodrum tatiliyle kıyaslıyosa, parkta yatmayı-artizlik olsun diye söylemiyorum kalınabilecek en iyi yerdir- ve çoğunda uykusuz geçirmeyi,  tuvaleti de bölgenin ender alafranga yerlerinde kaçak halletmeyi gözü yemiyorsa, hep plan yapar durur zaten. Kamyon kasasında yolculuk yapmak 3.sınıf dizilerde enginaltandüzyatan'ın yaptığı gibi olmuyor,  bi kere neresine oturursan otur, gözünü açamıyorsun, kaç derece olursa olsun donuyorsun, bi de bal dök yala olmaz, kasa orası, toz toprak içinde kalıyorsun, battaniyeyi çekip bekliyorsun, bi de bağıra bağıra şarkı söyleyebiliyorsun, kimse duymuyor, he bi de otostop zaten tehlikeli bi iş ama en az duranlar da kamyonlardır yahu, ne öle sebil gibi her dizide.






Doğuya gelicek olursak,
Vanda tanıştığım çinli kız-İman-dankaptığım "turistlik" imajını sürdürüyorum, hasır şapka aldı ikimize de, hala onu takıyorum, zaten gören turist sanıyor, Midyata da batmandan İtalyan Paolo ile girdim, tek girsem yine turist sanılır mıydım bilmiyorum ama hem şapka, hem yanımda boyum kadar çantalı bi adamla elimde makinayla çeke çeke gelince bütün çocuklar poz vermek için sıraya girdi, orda ki hiç bir fotoğrafı bi daha görmeyeceklerini bile bile bu kadar hevesli davranmaları -abi beni tek çeksene-, çok turist alan bi yer olmasına rağmen fazla karşılaşmadıkları bi durum olduğunu düşündürttü.-taş duvar çekmeye bayılıyo herkes, sanırsın FUAD'a albüm kapağı-.






Turist değildim aslında;
çocukluğumdan beri oralardan gelmiş insanlarla komşuyum, dili bilmiyorum ama tonlamadan ne söylediğini  zaten hep anlıyordum, başta dalga geçtiklerini, sonra hoşlarına gittiğini  anladım, genelde böyle yerlere gelenlere, deniz tatilinden sonra bir ay da burda geçirmek isteyen insanlar gözüyle bakıyor galiba, ama benimki başlı başına tercihti. kızlarının fotoğraflarını çekmeme hiç itiraz etmediler, kadınlar kendileri çıkmak istemediler sadece, ama beraber alırken  de yerlerinden kalkmadılar, sonra tabi ayran vs ikram ettiler, -Paolo'ya baya2 tane içti, "veri hat veri hat" diyodu-. Ordaki kızların ergenliğe erken giriyor olması sıcak iklim olması dışında, erken büyümek zorunda kalmaları da olabilir mi acaba, çünkü emine 3-4 yaşlarındaysa 7-8 yaşlarında ki ablası Emine'den en sorumlu gibiydi, "erken büyüyor çocuklarımız 16'sında bir devrimci 18 inde birer kahraman..." dizelerinde kastedilen bu olabilir mi:)






Emine'ye gelecek olursak,
zaten tanıdığım, fazlasıyla aşina olduğum çocuk tipinin en güzel bakan örneklerindendi, Uçurtmayı Vurmasınlar çocuunun -Ozan Bilen- duygusallığı vardı bakışlarında,sanki her an "niyye ulltsmuyo ilnjjii" diye sorucak gibiydi,sanki bu kız gülünce karşı tarafta ayna görüntüsü yapıyor, orda ağlamak istiyor insan, çok etkiliyor bakışı da gülüşü de insanı, o çökerek poz verince, iki elini de çenesine koyunca, yerde mıhlanıp kalası geliyor insanın, -ah ulan parasal durum planında akşama Diyarbakır'da olmam gerekmicekti ki- çok güzel bi kız Emine, büyüyünce daha da güzel olucak belli ki, ama güzellik dışında başka şeyler var bu kızda, çok sevdim Emineyi, gerçekten gidesim gelmedi, ayakkabılıklarında yaşayan kedi gibi kıvrılasım geldi bi kenara, gereksiz idealist bir duygusallık yapmak istemiyorum ama Midyat gerçekten böyle bir yer.


Emineyi bir kere daha görmem için oraya bir daha gitmem gerekiyor, biraz yakın olsaydı keşke şöyle bir 10 saatlik falan... sırf uçaktan sonra 4-5 saat sürer heralde, sırf görüp gelmek de olmaz, yine gezmek lazım, Tuncelide Kırkgöz'e gitmedim oraya gitmek lazım... Vana bir daha gitmek Ahdamarın içine de girmek lazım... belki bu sefer Veysel Karani de haşlama da yemek lazım... önce zaman lazım... sonra para lazım... 




Öyle yani Emine "uçar birgün"...



Yazıyı siyasi bir yere bağlamak ya da özellikle buradan kardeşlik mesajı falan vermek yapacağım son şey ama,  şu bakış çok tanıdık ve çok içten değil mi,  Doğu'yu diğer gezilerden ayıran da, ve oralarda beni çeken de bu yoğunluktu, aslında istanbuldakinin daha yoğunu olmasıydı, ama esas nokta yarı yarıya olmasıydı, ya da beni vuran hep bu yarıyarıyalıktı.


"salına salına tu ji wede hate" gibi...
"yabancın değilem pismame teme" gibi... 
"bir öpücük versen xêra de û bayê " gibi... 
"Aşkından kül olmuşan merhamet bikê" gibi...
benim gibi...

"salına salına tu ji wede hate
aikın ateşiyle dile min kete
söz verdide zalım çima nehate
yabancın değilem pismame teme
tu bibeji nebeji mevane teme

senin sevdan sere min ji bi derde
yanıyor bu sevdam tütüyor serde 
min go heri lawik deste min berde
yabancın değilem dotmame teme
tu bi beji nebeji dotmame teme"



*salına salına bu linkten dinlenebilir.
*Emine albümü facebook hesabımdan görülebilir.

2 Ocak 2011 Pazar

başlığa tık linki vermeyi bulamadım bi aşşağa tıklayın

buraya tık, paskal a.q

Blog neymiş yau!
ne meraklısınız arkadaş ona buna ahkam kesmeye, her konuda duayensiniz mınakiim, bi deyazıyı  ilk cümleyle bitirip şekil yapmakta da üstünüze yok, he beleş tabi kaptırın gitsin mınakiim ya, 

Biz öle mi yaptık, taa üniv 2 de ufukkarakus.com um vardı benim o zamanın parasıyla 25 dalırs, bi de kontrol panelim de yok, evde yazıyorum yazıyı, gidiyorum mecdiyeköye, emin abi diyorum benim şu yazıyı yayınlasana sitemde, hay sitene de sana da aç şu bilgisayarda dosyaya koy yayınlanır diyo, "hanki bilgisayar" diyorum "seninki mi" "elleme la onu" diyo, "böle böle bozuosunuz mekineyi" diyodu, hey gidi.

Yazı yazıyorum dediğim de mikro ekonomiden 20 den fazla vermeyen, mevlüde hocaya giydirme yazıları, bi de odasında petek dinçöz posteri olan ev arkadaşım turl'un sekteye uğramış aşk hayatı ile gün yüzü görmeyen tazmania canavarlı baksırı üzerine güzellemeler.

Yazılar bunlardı ama kendi yaptığım flash menüm, gece gündüz uğraştığım 300 fotoğraflık(asla açılmayan) flash foto galerim ve çekim aşamasında olan filmim "Tünel" ile ilgili sayfalarım vardı. hatta ufukkarakus.com/merve.htm diye bile sayfam varidi, 

şimdi diyeceksin ki bunları neden anlatıyorsun, ohh mınakii bulmuşsunuz beleş ortamı giriosunuz mınakii manasıında anlatıyorum, fkkrks.blogspot.com yap, bi de feyste yayınla gitsin,

böle iddialı blogları felan görünce aklıma "Kazım Kanat" geliyo, Atv deki programın jeneriğinde rahmetli almış eline topu "halk için konuşacağım" diyor, halk da seni bekliodu mınakiii, aynen bunun gibi 2 kişi okicak diye ulusal bi kanalda yayınlanıyormuşcasına ciddiye alınıyor bu platform, halbu ki nedir yaz gitsin içinde kalmasın.

peki neden girdin diyeceksin madem, çok net; kıskandım, gnlbsn.blogspot.com u kıskandım, gerçi başka blogda 1 dk nın üzerinde durmuşluğum da yok, ama kız yazıyor arkadaş, blog deninje gnlbsn.blogspot.com, blogda tek adres

Bu yüzden ilk bloğumu imreni kaynağını davet ederek bitiriyorum, aşağıda gönül ile blog'um üzerine kısa bir konuşma bulacaksınız.

ufuk:yılbaşında naapıosun
gönül:geleni
ufuk: altumparambudedimbosverdedisendekalsin
gonul:AutoMessage: Pascal'a konsantre yoook.

DURUMU DAHA İYİ ANLAMAK İÇİN BAŞLIĞA TIK!