günlerden haftanın en sevdiğim günü, kadıköy bahariyede gezmeyi en sevdiğim günün akşamı yani,
doblo tipi olup markası da doblo olan bir arabanın arka koltuğu yatırılmış olarak bagajında saklıyorum kendimi,
hintçe bir müzik kaydı çalıyor arabada, ön koltukta kadim, şoför mahallinde-ne kadar samimi olursa olsun ilk kez karşılaşmış gibi "kardeşim" diye hitap eden-bi adam.
arkada sigara içmek yasak kardeşim diyip kültablası uzattı demin, inceden acıyor galiba,
bu siirtliler hep koltuğu yakmış amına koyim diyor, sanki gavur malı diyor, bu derenin insanına akıl ermiyor diyor.
bacaklarımı içeri çekip hareketsiz yere kapaklı yatıyorum, sırtımla tam otomatik bir kahve otomatını da tutuyorum bi yandan, az önce ayak bastığım, ki o ayakla da daha önce burger kingin taksimdeki yalak gibi işenen tuvaletinden sızan çişe basmıştım, yere yatıyorum.
polis diyor taşıma için ceza kesebilir, arkada da adam olunca daha da sakat demeye getiriyor, köprüden geçerken meecbur yatıyoruz. sağ şeritteyiz trafik fena
Gerçi diyor benim yük taşıma ruhsatım var diyor, o sırada hiç üşenmiyor, torpidodan cüzdanını, cüzdanından iç kısımlardan kırmızı bir kartı çıkarıyor,
bak diyor ikimize de gösteriyor, kravatlı traşlı bir adam var kartta, sanki aslından ayırabilecekmişiz gibi bakıyoruz, gerçekten bu adamın da traşlı ve kravatlı olabilme ihtimali varmış, açık mavi montu çıkarmış halini bile düşünmek zor. Esnaf ve sanaatkarlar odasına kayıtlıyım diyor. sonra bu kartı sallayarak ergenekona kadar uzanabilecek bir hükümet eleştirisi başlıyor, herşey vergi diyor herşey vergi, illa öyle ya da böyle sikecekler diyor. şimdi ben bunu çıkarmışım diyor adam mobilyanı bile taşısan izin alıcaksın diyor diyor. önceki diyoru o diyor.
adam sessiz durmayı pek sevmiyor. gerçi biz de öyle, ümraniye sapağını geçtikten sonra şile yolunda motor üstünde havanın nasıl birden pat diye soğuduğundan konu açiym diyorum, bu konuyla pek ilgilenmiyor. buralar orman havasıyaa diyor geçiyor. zaten ben de demin iş uzarsa biraz bekleyebiliriz dediğim için konuyu değiştirmek için bunu söylediğimi belli etmek istemiyor üzerinde durmuyorum.
kardeş diyor arapça bilen var mı,
aha diyorum az evvel alevilerin eline silah almadığıyla övünen bu ırksal dost kurana bağlicak.
yani kulak aşinalığı var mı bi müzik var nece merak ediyorum diyor.
ses kaydı yapamadım video olarak aldım diyor. sallanan bir masa görüyorum yattığım yerden telefonun ekranında,
iki uzman gibi hafif telefona eğilmiş intronun geçmesini bekliyoruz ama introdan bile anlaşılıyor ve bariz hintçe bir şarkı başlıyor.
farsça da olabilir miş hintçe de diyor arapça mı bu diyor hakında konuştuktan sonra köprüye geliyor şarkının bitmesini bekliyorum.
önden vidyo olarak kaydedilmiş hintçe bir müzik doblonun arkasında sırtımla dizginlediğim bir tam otomatik kahve otomatı köprüde polis beni görmesin ek iş yaptığımı bilmesin diye olsa gerek saklanıyorum.
12. otomatı alıyoruz, satıcının eve gelmesi, aletin programlamasını bize öğretmesi derken baya bi beklettik, aslında çok borçluyuz bu adama, çok güzel makina aldık bu sefer, bi de bir kısmını web sitesiyle barter edince bardak tutan el şeklinde yapılmış sağ sol yapan ve bardağı kendi veren robotic mekanizmayla tokalaşasım geldi.
senin işler nasıl diyorum, benim işlerin hepsi altın olsa boşşş diyor, deredesin diyor..
konu değişiyor 5 yaşlından beri aşina olduğum yerle ilgili brifing alıyorum.
beyoğlunda 15 senem geçti, boşşş diyor, her sokağı bir ülke diyor, k yi fazla bastırıyor..
yine kendi gibi, k yi fazla bastıran 17 yaşlında bir çocuğu gelirken patakladığını anlatıyor. aaabi diyor ama üstüme çıkacak tehdit yani anlıyor musun diyor, siirtlilerin çocuğu, amcası da sınıf arkadaşım diyor.
k yı ne kadar bastırır ne kadar uzatırsa orta yaşlı için geçmişi o kadar karanlık, ergense geleceği o kadar bataklık gibi geliyor,
çok geçmiyor lisede silahla yakalanışını belinde silahın patlayışını anlatıyor, hemen arkasından bir siirtli eleştirisi daha geliyor, çocuklarına hiç sahip çıkmıyorlar diyor.
konudan kopuyorum otomatın geliri ne olur diye hesaplıyorum belki yüzüncü defa ve yüzüncü farklı sonucu çıkarıyorum, zibidi öndeki taksinin 35 cm kadar dibine 110km hızla giriyor benim motorla giremediğim aralardan geçiyor, adam işi biliyor diyorum ve kkkkkendi başına bi iş daha yapmanın keyfiyle arkaya biraz daha yaslanıyorum. ulan güzel makine be diyorum, tam otomatik,
25 Mart 2012 Pazar
3 Mart 2012 Cumartesi
dakikanın saatin katı olduğu müstesna zaman
saat 8:30...
Rabarba'nın orta yeri sinema diye bağırıyor bir adam.,
"pppıppaa" diyor şampanya açıyor, niyorkta kuru soğuk mu olur diyor, 5:45 saat kuruyor, dontwöribihepinin başını ıslıkla çaldırıyor...
bu adamla yanımda oturan ukala kız sayesinde tanıştım.. bir buçuk yıl oldu, "ben sabahları onu dinliyorum, aaa duymadın mı "dedi,
hemen ertesi gün "duydum".
saniyesinde bayılmadım tabi. çabuk özümseyen bi adam diilim, alışmam kolay olmadı, ilk açtığımda serkan yılmaz vardı, aha dedim bizim tayfadan adamı çaarmış dinlenir bu, ama başta ne yalan söyliym komik gelmedi, daha doğrusu bu bendeki çekememezlik, kıskançlık, ne var bunda ben de yaparımcılıktı,
sonra ukalalığa taktım "yahu bu ne 2 yıl yurt dışında yaşamış gibi telaffuzlar feeaasstt fuut ne amke" dedim.
sonra hep aynı gibi geldi; fakat ilginçtir o sıra iş yerinde çok stresli olduğum bir dönemdi, ve her sabah aynı şeyleri duymak, bir gün önceki stresi hatırlatıyordu, resmen dinlerken geriliyordum, hele ki bi "hayat çikolata kutusu" cingılı vardı ki o çıkınca kulaklığı çıkarıyordum.
yaz geldi motorize oldum,biraz ara verdim.1-2 ay aradan sonra sanırım ağustos gibi tekrar başladım dinlemeye,
bu kez çok farklıydı. özellikle ilkerle olan programları kaydetmeye başladım, katıla katıla gülüyordum,
yolum uzun, hava soğuk trafik... geç kalmanın siniri, godaman saatinde işe giden maaşlı çalışan olmanın gerilimi... 8 den 9 buçuğa kadar 3 vesait yaparak, çoğu sabahlar Çamlıcayı(radyo cızırtılı çeker) baştan sona yürüyerek(trafik sebebiyle) itiş kakış bindiğim, tutunamadan gittiğim 11üs hattına ve daha bi çok şeye tek tahammülüm rabarba...
daha önce en son otra okulda barbaros uzunönel miydi tam hatırlamıyorum onu dinliyodum şahin radyoda, sonra okan bayülgen, sonra muzo, sonra tabi yıllarca hiç radyo dinlemedim
Mesut Süre'nin blumberkte çıktığını çok geç öğrendim yutuptan açıp bakiym dedim, ses görüntü kombinasyonuna inanmadım, çok garip geldi, fakat ilginç bi şekilde o ukalalıktan uzak çok mülayim çok içten ve çok yakın buldum, (2.01lik adamı nası yakın buluosam)
zamanla sadece onun değil konuklarının da; başta ilkerin, nurinin, firuzenin ve serkanın, melis taşanın, kemal ayçanın ece bozkayanın özlemin ömürün de bağımlısı oldum, pek bi sevdik, programa da çok yakıştıklarını düşünürüm hala,
türkçeyi kullanışından sayısal zekasına, cebinde hazır tuttuğu hikayelerden "ne desem '...leyim' diyeceksinlerine, bir kelimeden telefondakini tanıyan olağan üstü hafızasından sosyal içerikli mesajlarına, şive yapanı göndermesinden, basit şakaya mesafeli duruşuna kadar çok ayrı bir yeri var hem radyo kanalının hem yayın şeklinin hem de yayıncıların çoğunun.
siyaseten de aynı ideolojinin farklı çatallarında olmamız daha da yaklaştırıyor tabi, ben sadece izmiri onun kadar sevmiyorum, eskişehire bağlılığımız aynı, acaba sadece güldürmek ve insanların içini açmak zorunda olmadığı bir program yapsa nasıl olurdu diye merak ediyorum bi yandan.
politik bi program yapsa dış işleri bakanıuna 3 kere figaro dedirtir mi, ya da "şimdi de bizi zonguldaktan bir milletvekili arasın, yannız samsun mlletvekili arayıp da yannız ben zonguldak değilim de falan olmasın deli eylemeyin burda" der mi acaba?
küçük dinleyicilerle bile büyük gibi sohbet etmesi, günün sorusunu sorması ne kadar içten olduğunun bir ıspatı, komikliğinin ötesinde okan bayülgen tarzı var bence mesutta.
kendisi inkar etse de bişeyler değişiyor devamlı kulak vermediği ritim duygusu, çaresizce mp3 pleyıra geçmek, nazar etme nolur, kal sağlıcakla, haymana ovasına dönüşüyor, konukların günleri, ağırlanışları, 2li kombinasyonlar programa renk katıyor.
bu yazıyı geçen çarşamba nuri ve firuze yayına berbaer katılınca yazmaya karar verdim.
şimdiye kadar ki en iyi programdı.
zaman zaman o kadr twit atmak istiyorum mail atmak istiyorum ki, ama otobüste zor oluyor tabi tutunmak bile zorken başlan da yaz da bin tane iş. twitim okununca da nası mutlu oluyorum belli değil.
he bi de bi keresinde çook önceden facebookta cevap vermeyince kızıp silmiştim, acaba yasaklılar listesine girmiş miyimdir diye merak ediyorum bi yandan, belki kendisi bunu okursa cezamızı 3 aya indirir diyorum.
aramaya da pek cesaretim yok bi kere denedim düşüremedim, geçen gün mahallenin muhtarlarının müziğini bilmeme rağmen aramayı çok isteyip cesaret edemedim bir kere arasam gerisi gelicek gibi geliyor, belki zamanla bir nejat, bir selçuk, bir furkan bir edincik bir şebnem hatta bir hasan bir kubilay kaptan bile oluruz.
sabahın, günün, pazartesinin, ay sonunun, bitmeyen işterin, gelmeyen ödemelerin bütün stresini alan adama bir selam olsun bu yazı... ister 3. ödülü yerine koysun, isten 254 bininci dinleyici, isterse cezamızı 6 aya düşürsün..takdir onuın..
bitirtmemmmm...
Rabarba'nın orta yeri sinema diye bağırıyor bir adam.,
"pppıppaa" diyor şampanya açıyor, niyorkta kuru soğuk mu olur diyor, 5:45 saat kuruyor, dontwöribihepinin başını ıslıkla çaldırıyor...
bu adamla yanımda oturan ukala kız sayesinde tanıştım.. bir buçuk yıl oldu, "ben sabahları onu dinliyorum, aaa duymadın mı "dedi,
hemen ertesi gün "duydum".
saniyesinde bayılmadım tabi. çabuk özümseyen bi adam diilim, alışmam kolay olmadı, ilk açtığımda serkan yılmaz vardı, aha dedim bizim tayfadan adamı çaarmış dinlenir bu, ama başta ne yalan söyliym komik gelmedi, daha doğrusu bu bendeki çekememezlik, kıskançlık, ne var bunda ben de yaparımcılıktı,
sonra ukalalığa taktım "yahu bu ne 2 yıl yurt dışında yaşamış gibi telaffuzlar feeaasstt fuut ne amke" dedim.
sonra hep aynı gibi geldi; fakat ilginçtir o sıra iş yerinde çok stresli olduğum bir dönemdi, ve her sabah aynı şeyleri duymak, bir gün önceki stresi hatırlatıyordu, resmen dinlerken geriliyordum, hele ki bi "hayat çikolata kutusu" cingılı vardı ki o çıkınca kulaklığı çıkarıyordum.
yaz geldi motorize oldum,biraz ara verdim.1-2 ay aradan sonra sanırım ağustos gibi tekrar başladım dinlemeye,
bu kez çok farklıydı. özellikle ilkerle olan programları kaydetmeye başladım, katıla katıla gülüyordum,
yolum uzun, hava soğuk trafik... geç kalmanın siniri, godaman saatinde işe giden maaşlı çalışan olmanın gerilimi... 8 den 9 buçuğa kadar 3 vesait yaparak, çoğu sabahlar Çamlıcayı(radyo cızırtılı çeker) baştan sona yürüyerek(trafik sebebiyle) itiş kakış bindiğim, tutunamadan gittiğim 11üs hattına ve daha bi çok şeye tek tahammülüm rabarba...
daha önce en son otra okulda barbaros uzunönel miydi tam hatırlamıyorum onu dinliyodum şahin radyoda, sonra okan bayülgen, sonra muzo, sonra tabi yıllarca hiç radyo dinlemedim
Mesut Süre'nin blumberkte çıktığını çok geç öğrendim yutuptan açıp bakiym dedim, ses görüntü kombinasyonuna inanmadım, çok garip geldi, fakat ilginç bi şekilde o ukalalıktan uzak çok mülayim çok içten ve çok yakın buldum, (2.01lik adamı nası yakın buluosam)
zamanla sadece onun değil konuklarının da; başta ilkerin, nurinin, firuzenin ve serkanın, melis taşanın, kemal ayçanın ece bozkayanın özlemin ömürün de bağımlısı oldum, pek bi sevdik, programa da çok yakıştıklarını düşünürüm hala,
türkçeyi kullanışından sayısal zekasına, cebinde hazır tuttuğu hikayelerden "ne desem '...leyim' diyeceksinlerine, bir kelimeden telefondakini tanıyan olağan üstü hafızasından sosyal içerikli mesajlarına, şive yapanı göndermesinden, basit şakaya mesafeli duruşuna kadar çok ayrı bir yeri var hem radyo kanalının hem yayın şeklinin hem de yayıncıların çoğunun.
siyaseten de aynı ideolojinin farklı çatallarında olmamız daha da yaklaştırıyor tabi, ben sadece izmiri onun kadar sevmiyorum, eskişehire bağlılığımız aynı, acaba sadece güldürmek ve insanların içini açmak zorunda olmadığı bir program yapsa nasıl olurdu diye merak ediyorum bi yandan.
politik bi program yapsa dış işleri bakanıuna 3 kere figaro dedirtir mi, ya da "şimdi de bizi zonguldaktan bir milletvekili arasın, yannız samsun mlletvekili arayıp da yannız ben zonguldak değilim de falan olmasın deli eylemeyin burda" der mi acaba?
küçük dinleyicilerle bile büyük gibi sohbet etmesi, günün sorusunu sorması ne kadar içten olduğunun bir ıspatı, komikliğinin ötesinde okan bayülgen tarzı var bence mesutta.
kendisi inkar etse de bişeyler değişiyor devamlı kulak vermediği ritim duygusu, çaresizce mp3 pleyıra geçmek, nazar etme nolur, kal sağlıcakla, haymana ovasına dönüşüyor, konukların günleri, ağırlanışları, 2li kombinasyonlar programa renk katıyor.
bu yazıyı geçen çarşamba nuri ve firuze yayına berbaer katılınca yazmaya karar verdim.
şimdiye kadar ki en iyi programdı.
zaman zaman o kadr twit atmak istiyorum mail atmak istiyorum ki, ama otobüste zor oluyor tabi tutunmak bile zorken başlan da yaz da bin tane iş. twitim okununca da nası mutlu oluyorum belli değil.
he bi de bi keresinde çook önceden facebookta cevap vermeyince kızıp silmiştim, acaba yasaklılar listesine girmiş miyimdir diye merak ediyorum bi yandan, belki kendisi bunu okursa cezamızı 3 aya indirir diyorum.
aramaya da pek cesaretim yok bi kere denedim düşüremedim, geçen gün mahallenin muhtarlarının müziğini bilmeme rağmen aramayı çok isteyip cesaret edemedim bir kere arasam gerisi gelicek gibi geliyor, belki zamanla bir nejat, bir selçuk, bir furkan bir edincik bir şebnem hatta bir hasan bir kubilay kaptan bile oluruz.
sabahın, günün, pazartesinin, ay sonunun, bitmeyen işterin, gelmeyen ödemelerin bütün stresini alan adama bir selam olsun bu yazı... ister 3. ödülü yerine koysun, isten 254 bininci dinleyici, isterse cezamızı 6 aya düşürsün..takdir onuın..
bitirtmemmmm...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)