4 Ağustos 2013 Pazar

Borcam

huzur nerde başlıyor, bi bungee jumpingde atlama anını düşün, atlamadan önce huzurlu olmadığın muhakkak kendini bıraktığında kendini bir şey olmayacağına inandırmışsan huzur başlayabilir mi, ya da esas keyif alınması gereken o andaki heyecanken aşağıya indiğin an mı daha çok huzur verir, yani yapmayı istediğin iventin oluş anı mı daha büyük keyif verir yoksa yaptım diyebileceğin ilk an mı, bunu yapmış olmanın huzuru mudur seni mutlu eden yoksa yer çekiminin tehlikesine meydan okuyuş anın mıdır bunu ayakta tutan, ne olursa rahatlarsın sen, şuan bütün dünya önünde pervane olsa ne olur ki bu olduktan sonra, çirkin bi çakmak mı hatırlatacak sana sosyalliğini, yoksa gurur duyduğun derme çatma anılardan alınan doku örnekleri mi, kim olduğunu ne kadar bastırmaya çalışabilirsin, ya da nasıl durduğunu daha mı çabuk farkederdin zamanında araba yarışlarını sürücünün gözünden oynamasaydın, bastırmaya çalıştığın ürkekliğin genel halinden daha uzun süre kaplıyorsa, genel halinde sorulması normal değil midir "bişeyin mi var" ın. tüm bağları daha önce de kopardığın olmadı mı, o zaman da rahatladın mı yeminler ettin mi böyle. aldığın milyonlarca kararın yüzde kaçındasın, ntfs olduğu için mi bu kadar yavaş diye şakalar yapabiliyo musun hala "göbeğine bakarak" ve"sırıtarak" düşüş anında aldığın zevk yere indiğindeki mutluluktan üstün değilse, tekrar yapma isteği fotoğrafları görme isteğinden ağır basmıyorsa emekli olma zamanı gelmemiş midir.

huzur neden çabuk gider, safi gördüğün kare midir, içinde bulunduğun dahil oldukların mıdır huzurun açılımı, kafanı götürmek istediğin yere götürünce gelir mi mutluluk. elinde kalan son gemi gidince yanındaki ilk vapura mı atlarsın, hedef küçültmek midir bu, beynelmilel olamıyorsa avrupa yakasına geçelim mi huzuru sağlar sana. sırf böylesi makbul diye "martı"lara "simit" atınca dışardan görünüşünün iğrençliğini, sigarayı daireler çizerek içtiğinde de görebilseydin ve belki bilindik olanı tercih etseydin olabilir miydi acaba.

kime ne anlatacaksın artık. kimin için ne yapıcaksın, esnaflar odası kaydını dondurmadan birini sevebilir misin bundan sonra, ya da bu cümleyi kaç kişi anlayabilir, çakmağa bakınca lanetinden uzaklaşıyo musun bi süre, yoksa bunu sana kusurlu bir vücut mu hatırlatıyor sadece, vücudun mükemmel olması yeterli miydi peki.

kaçıncı kırılışın bu, kaçıncı zorla kaldırıldığın oyun havasında sahnenin orasına burasına itilişin, dalga geçilişin, burnunun yukarıya doğru devam eden sarp kayalarındaki karıncalanma hastalıktan mı, kuyudakine uzattığın elin yetişmediğinde bile biliyordun kuyunun paralel evrende bir kalın dipli bardak olduğunun, sense kuyunun dışına ama bardakla aynı düzlemdeydin, kuyuda değildin ama boyun bardağın dibine bile yetişmiyordu. yani kuyudakinden daha aşağıdaydın ve yalnız sınırların biraz daha genişti, kuyudakini kurtarmak için önce en yukarı çıkman gerekirdi. Oysa kuyudan kurtulanın ayakkabısının altına yapışmıştı bardağın dibi. Evet kuyunun duvarları ıslak, yağlıydı, ama dışardaki kimse bilmiyordu onun kuyudan az evvel çıktığını.

ben istemedim ki oyun havasını, ayna karşısında sallanırdım belki bir iki kere, yeterdi bana, zaten kaç kişi vardı elektrikler kesilse de devam edebilecek oynamaya, düşerken oynayabilecek kaç kişi vardı ki, sanki benim bungee jumpingim biraz hatalı gibi, ya da hayatımın tümüne yaydığım ve ortaokulda robinson ile başlayan defo burda da var, benim bungeem yukarı çıkıp tekrar aşağıya inmekten ibaret değil, yukarı bi şekilde çıkıp kuyunun içine doğru inmeyi göze alabilecekken beklemediğim bir şey oluyor ve ben zeminden yerin dibine doğru yaşıyorum sonsuz heyecanımı, uzaklaşıyorum herşeyden ama yukarı doğru değil, ben ease'yi ters veriyorum belki, kuyunun içindeki çıkaramayınca içeri girmeyi bile kabul edebilecek biri olmakla övünmeyi seviyorum, ama iki nüfuslu sıkış sıkış bir kuyunun içinde bile "akla gelmeyecek" olarak kalıcağımı biliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder