10 Ağustos 2013 Cumartesi

melek’i bekliyor hâlâ…

Bugun 26 temmuz 2013 cuma ve ben bugun yine bu seyin yaratim sureci sartlarina dualar ederek deniz otobusunde sallana sallana gidiyorum. Bunu yazan ya da duzenleyen adamlara ovgu yapmaktan vazgectim artik, bunun nasil yapildigiyla ilgilenmeye basladim, bi insan bole biseyi nasil yapar. Bi insanin yarattigi sey nasil nefes alir, acaba bu sarkiyi bir kadinla bir erkek yatakta mi yapmislar, bu sarki bir ilahi olmanin otesinde bir ilah nasil olmus, bu sarki bir tapma olarak yola cikip bi sirk kosma mi olmus zamanla, ben de bunu yarattim ve seninkilerden eksik kalir tarafi pek yok mu demek bu sarki. Yoksa bu sarki 4 dinin ortak ilahisi mi, bu sarki bir omur mu bastan sona. Sarki doguyor yasiyor, kosuyor ve oluyor mu. Bu sarki bittiginde titreyerek yerinde kaliyorsa insan, bu sarki bir orgazm mi.  
Kacinci donusu bilmiyorum, gunde kac posta dinleyebilirim olurum onu da bilmiyorum. Ilahi denen biseye bole laflar solemek gunah mi onu da kestiremiyorum, cunku omrumde bir rokfor peynirini bu kadar ovdum bir de bu sarkiyi. Ama bu bir sarki olmayabilir. Ya da buna muzik denmeye bilir. Dunyanin en iyi ensturmanlarinin bir araya gelip, mukemmel notalari mukemmel zamanlamayla cikarabildigi ve mukemmeli yakaladigi bir tutorial bu, evet bu sarki muzik isimli lisansli programla birlikte neler yapilabildigini gostermek amaciyla kutunun icinden cikan bir tutorial, knexin motorlu lunaparki, notalarin kullanim klavuzu, effect plugininin ornekler klasoru, bununla bunlar yapilabilir duyurusu, dolmabahcede bir toplanti tertip edip eger bu isi cok iyi ogrenirseniz belki bir gun bu sarkiyi bile yapabilirsiniz demek bu tum muisyenlere. 
Baslarken belli edio kendini gorkemiyle, bir tunele giriyorsun, baskalarinin duyamayacagi kadar ilerleyince yankilanmaya basliyor ses, once kurallar okunuyor,  birazdan oyle bisey duyucaksiniz ki hazir olun, bu diger dunya, suandan itibaren hic bisey ayni olmicak, bunu duyduktan sonra dinlediginiz hic bir muzik artik muzik olamayacak, erkan ogur bile. lunaparkta az ilerisinde dunyanin en karmasik raylari olan trenin ilk kalkisi gibi duzlukte seyir halinde ilerliyor sozler. Metronom gibi konusurken tempo tutuyor adam, sizi uyarmaya, geri donun demeye calisan ve giderek kayan ve sizden uzaklasan bir adamin son cigligi gibi siklasiyor kelimeler ve iste tren raylardan asaagiya dusmeye basliyor. 
Biri cikip bunu anlatiyor, yanina biri daha gelip onu destekler gibi konusuyor, birinden dert yaniyor sanki, ona dunyanin en iyi insani oldugunu iddia eden adama gunahkar oldugunu ispatlamaya calisiyor sanki, digeri de ona katiliyor, sonra tartisiyorlar, derken biri araya giriyor, teker teker konusun diyor, hepinizi dinleyecegiz, bugun hersey konusulacak, cunku artik dunyada degiliz diyor, evet dunyadan uzaklasali cok oldu ve artik hakikaten geri donusu yok, bir cirpida anlatiyor icinden ne geliyorsa zayif kiz, dokuyor icini, en buyuk cikarimi tek bir cumle, onu sik sik vurguluyor, bana boyle soyledi, ben bisey yapmadim bana boyle soyledi, ben eve gidiyodum bana boyle soyledi.  
Sonra oyle bir feryat ediyor ki kiz, bu kez bisey demesi gerekmiyor, sadece icinden hangi ses geldiyse onu cikariyor ve butun alemler ona katiliyor, onu destekliyor, bu soyledigin kimsenin aklina gelmemisti diyor, kimsenin dusunebilecegi gibi bisey degil bu. kamera o alemlerin disina cikiyor, disardan artik canlilarin degil alemlerin tartismasini dinlemeye basliyoruz, alemlerin karar sureci basliyor. 
Cok uzklardan geliyor o 
En uzaktan en zor ihtimali canlandirmaya geliyor, ve anlatmaya basliyor kimsenin anlatamayacagini.

Derken iste o ses geliyor. Biri sonunda acikliyor herseyi, sonra yanindaki de kendi dogru bildigini, ona digeri katiliyor, konusuyorlar hic susmadan, konusmayi dun icad tmis gibi konusuyorlar, ahmetten ne ogrendilerse oyle anlatiyorlar, nefesleri kesiliyor yerlerine baskalari nefes aliyor, orasi baska bi alem, orada baska kurallar isliyor, anlatmaya devam ediyorlar, bikmiyorlar, susmuyorlar, dunya catladi catlayacak, artik nefes de almiyorlar, sona geldiginin haberi oluyor nefesin bitisi, dakikarca inip cikan gogusler simdi duruyor, icinde son kalani da bosaltiyor, 

Şêx Mendê Feqiran a...

Rokfor

Benim rokforum herkesinkinden daha küflü, çünkü yemeye kıyamıyorum.

4 Ağustos 2013 Pazar

Borcam

huzur nerde başlıyor, bi bungee jumpingde atlama anını düşün, atlamadan önce huzurlu olmadığın muhakkak kendini bıraktığında kendini bir şey olmayacağına inandırmışsan huzur başlayabilir mi, ya da esas keyif alınması gereken o andaki heyecanken aşağıya indiğin an mı daha çok huzur verir, yani yapmayı istediğin iventin oluş anı mı daha büyük keyif verir yoksa yaptım diyebileceğin ilk an mı, bunu yapmış olmanın huzuru mudur seni mutlu eden yoksa yer çekiminin tehlikesine meydan okuyuş anın mıdır bunu ayakta tutan, ne olursa rahatlarsın sen, şuan bütün dünya önünde pervane olsa ne olur ki bu olduktan sonra, çirkin bi çakmak mı hatırlatacak sana sosyalliğini, yoksa gurur duyduğun derme çatma anılardan alınan doku örnekleri mi, kim olduğunu ne kadar bastırmaya çalışabilirsin, ya da nasıl durduğunu daha mı çabuk farkederdin zamanında araba yarışlarını sürücünün gözünden oynamasaydın, bastırmaya çalıştığın ürkekliğin genel halinden daha uzun süre kaplıyorsa, genel halinde sorulması normal değil midir "bişeyin mi var" ın. tüm bağları daha önce de kopardığın olmadı mı, o zaman da rahatladın mı yeminler ettin mi böyle. aldığın milyonlarca kararın yüzde kaçındasın, ntfs olduğu için mi bu kadar yavaş diye şakalar yapabiliyo musun hala "göbeğine bakarak" ve"sırıtarak" düşüş anında aldığın zevk yere indiğindeki mutluluktan üstün değilse, tekrar yapma isteği fotoğrafları görme isteğinden ağır basmıyorsa emekli olma zamanı gelmemiş midir.

huzur neden çabuk gider, safi gördüğün kare midir, içinde bulunduğun dahil oldukların mıdır huzurun açılımı, kafanı götürmek istediğin yere götürünce gelir mi mutluluk. elinde kalan son gemi gidince yanındaki ilk vapura mı atlarsın, hedef küçültmek midir bu, beynelmilel olamıyorsa avrupa yakasına geçelim mi huzuru sağlar sana. sırf böylesi makbul diye "martı"lara "simit" atınca dışardan görünüşünün iğrençliğini, sigarayı daireler çizerek içtiğinde de görebilseydin ve belki bilindik olanı tercih etseydin olabilir miydi acaba.

kime ne anlatacaksın artık. kimin için ne yapıcaksın, esnaflar odası kaydını dondurmadan birini sevebilir misin bundan sonra, ya da bu cümleyi kaç kişi anlayabilir, çakmağa bakınca lanetinden uzaklaşıyo musun bi süre, yoksa bunu sana kusurlu bir vücut mu hatırlatıyor sadece, vücudun mükemmel olması yeterli miydi peki.

kaçıncı kırılışın bu, kaçıncı zorla kaldırıldığın oyun havasında sahnenin orasına burasına itilişin, dalga geçilişin, burnunun yukarıya doğru devam eden sarp kayalarındaki karıncalanma hastalıktan mı, kuyudakine uzattığın elin yetişmediğinde bile biliyordun kuyunun paralel evrende bir kalın dipli bardak olduğunun, sense kuyunun dışına ama bardakla aynı düzlemdeydin, kuyuda değildin ama boyun bardağın dibine bile yetişmiyordu. yani kuyudakinden daha aşağıdaydın ve yalnız sınırların biraz daha genişti, kuyudakini kurtarmak için önce en yukarı çıkman gerekirdi. Oysa kuyudan kurtulanın ayakkabısının altına yapışmıştı bardağın dibi. Evet kuyunun duvarları ıslak, yağlıydı, ama dışardaki kimse bilmiyordu onun kuyudan az evvel çıktığını.

ben istemedim ki oyun havasını, ayna karşısında sallanırdım belki bir iki kere, yeterdi bana, zaten kaç kişi vardı elektrikler kesilse de devam edebilecek oynamaya, düşerken oynayabilecek kaç kişi vardı ki, sanki benim bungee jumpingim biraz hatalı gibi, ya da hayatımın tümüne yaydığım ve ortaokulda robinson ile başlayan defo burda da var, benim bungeem yukarı çıkıp tekrar aşağıya inmekten ibaret değil, yukarı bi şekilde çıkıp kuyunun içine doğru inmeyi göze alabilecekken beklemediğim bir şey oluyor ve ben zeminden yerin dibine doğru yaşıyorum sonsuz heyecanımı, uzaklaşıyorum herşeyden ama yukarı doğru değil, ben ease'yi ters veriyorum belki, kuyunun içindeki çıkaramayınca içeri girmeyi bile kabul edebilecek biri olmakla övünmeyi seviyorum, ama iki nüfuslu sıkış sıkış bir kuyunun içinde bile "akla gelmeyecek" olarak kalıcağımı biliyorum.

1 Haziran 2013 Cumartesi

Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam

Bu ayaklanma ve devamındaki bu direniş tamamiyle bir halkın özgür iradesine yapılan kısıtlamalara, müdahalelere sınırlandırmalara kendine benzetme çabalarına verilen büyük cevaptır. Bu, Türkiye'de yaşanan en büyük sosyal patlama ve ortak iradedir. Ne marjinal bir eylemdir, ne de yalnızca solcuların, kürtlerin, alevilerin, örgütlerin tek başlarına yaptığı bir eylemdir. Bu tüm halkın "yeter" demesidir. 

Taksim sahnesinin elimizden alınışının, akm'nin alınışının, emeğin alınışının, muhteşem tarihi binaların kentsel dönüşüm adı altında sevimsiz iğrenç yapılara dönüştürülmesinin, alkole saat konmasına kadar inilmiş bir hayat tarzı müdahalesinin, dizilere filmlere yapılan terbiyesizliklerin, "Taksim'i belki miting alanı olmaktan çıkaracağız" sermayeciliğinin cevabıydı bunlar,

aslında bu tarihi mekanlar mevzusunda adamların bir suçu olduğunu da çok düşünmüyorum. Fatih Belediyesi cadde üzerine koca bir branda germiş, güya restore ettikleri binaların yeni hali ve eski halini yanyana göstermiş, ikisi arasındaki büyük farkı, ruh yoksunluğunu, yeninin lojman soğukluğunu görebilselerdi zaten bunu afişe etmezlerdi diye düşünüyorum, her geçişimde brandaya bakarken kanım donuyor, o muhteşem yapıların, zorda kalmış gecekondu sahiplerinin evini alıp her türlü estetikten yoksun, emekten, sanattan, mimariden, özenden yoksun berbat sıradan yapılar haline getiren müteahhitler gibi, bir de bir şey lütfetmiş gibi böbürlenişlerini, gençlik merkezi gibi basit ve yüzeysel bir isim ve işlev, kültür merkezi adı altında 3. sınıf düğün salonu inşaatlarını gördükçe hakikaten anlıyorum ki adamlar bütün iyi niyetleriyle kendilerine ne doğru geliyorsa onu yapmaya çalışıyorlar, fakat görebildikleri bu kadar.

Taksim Küçük Sahne ile Beykoz Bilmem Ne salonu arasındaki farkın Taksim'in koltuklarının daha rahatsız olmasından ibaret olduğunu sanan, mekanın ruhunun farkına varamayan, Tarık Zafer Tunaya'da sünnet düğünü yapmakta bir beis görmeyen, tiyatroysa al bu da tiyatro diyip 3. sınıf homofobik ortaokul piyeslerini kültür merkezlerinde gösteren ve aralarındaki farkı hiç bir zaman anlayamayacak olan bu insanların da esasında doğrudan bir suçu yok. Suçları bizim ilgilendiğimiz kısımları kendi rantları haline dönüştürmeleri.

"Tamam derdiniz Emek Sinemasıysa ben daha güzelini yapıcam yukarıya, üç boyutlu bile vericem daha ne bağırıyosunuz" kafasında olmak kişinin kendini geliştirmesiyle alakalıdır ve kimse Emek Sinemasına tapmak zorunda değildir, ama kimse toplumun bir kesiminin hatıralarını, yaşayış biçimini, azınlık diye görmezden gelemez. İşte bu yüzden sanat denen zımbırtı sizin düşünemeyeceğiniz kadar büyük bir meseledir ve ortalama bir yönetici zekasıyla yönetilemeyecek kadar değerli, detaylı, incelik isteyen bir girişimdir. buradan da net olarak anlıyoruz ki, sanat sanat içindir ve halkın istediğini yapmaya sanat denmez. toplumu çağdan çağa geçiren, fetihler, toprak savaşları, teknoloji, bilimi buıluşlar değil sanattaki açılımlardır. Deneysel sanat, belki de bir milyon denemede bir sonuç verecek kadar incelik isteyen, basmakalıbın dışına çıkabilmek için kendi istediği gibi, kendi istediği yerde kendi istediğini yapan sanatçılar sayesinde olacaktır.

Dünkü eylemin sanatla emekle ne alakası var diye düşünmek yanlış. herkesin kendi hayali için çırpındığı muhteşem bir arenaydı dün tüm istanbul; ve tabi ki merkezinde Beyoğlu.

Gençler sosyalleşsin diye gençlik merkezi açmakla, trafik düzelsin diye ilkokulda trafik kolu seçmek arasındaki ilişkiyi doprudan hissedemeyen bir yönetim kadrosuna direndik tüm Taksim'de.

Askere uğurlarken, evlenirken, daha çok havlu bağlayıp, daha lüks arabalardan konvoy oluşturmaya çalışan, evinin bir odasını kapatıp, yalnızca misafir geldiğinde açarak sanki o varoş mahallede oturmuyormuş gibi bir oyunun içinde yılda bir kez göreceği adamlara karşı bir üstünlük oluşturmak derdinde olan bir sidik yarıştırıcısı, gösteriş budalası ahmak ve iğrenç bir milletin bu yönetim tarzına layık olduğunu düşünüyorum, ama bunun bir yerde durması gerekiyor. 

kimse bizim boş bir caddede büyük bir özgüven, aidiyet ve sahiplik duygusuyla yürümemizin huzurunu, rant haline getirerek daha yüksek fiyattan pazarlama planlarına katamaz, kimse bu büyük acılar çekmiş halk için bu kadar özel bir meydanı, kutlama ve isyan mekanı olmaktan çıkaramaz. kimse bu tek derdi, inancı para olan iktidarın tüm yontmalarına kayıtsız kalmamızı bekleyemez. 

___
Dün işte bu kararlılıkla, bir zamanlar birinin yazdığı gibi "Hiç bir mesele başladığı gibi devam etmiyor bir şekilde sönüp gdiyor bu memlekette" benzeri sözün yankıları ve korkusu kulağımda, çıktım işten, otobüs-metrobüs-Osmanbey'e kadar yapılan metro seferiyle halaskargazi caddesine çıktım,

ilk güzelliği hrantın vurulduğu yerdeki müzik market yapmıştı, Yürüyen kalabalığa doğru Bandista çalıyordu son ses, "HAYDİ BARİKATA" ilerde yürüyüşün tazyikli suyla kesildiğini gördüm, girdiğim tüm ara sokaklar doluydu ben en arkadan dolaşarak elmadağdan çıktım, yolun kareşısında divan oteline gçtğimde art arda patlayan biber gazlarıyla teleferik yönüne kaçtım, burada kalabalık ile birlikte kaldırım yapımında kullanılmak üzere yığılmış taşlardan barikat hazırladık, elden ele taş verirken "GÜNDOĞDU" diye bağırdık.

Polis, barikatı geçemedi, belki geçmedi ama fırlattığı biber gazlarıyla oradan ilerleyemeyeceğimiz belli oldu, bu sırada diğer arkadaşlar divan otelinin yandaki bir binaya girmişlerdi. ben inönü stadından dolanarak Gümüşsuyu'na geldim, buradaki yoğun kalabalıktan geçip, yolların tamamını bilmenin rahatlığıyla arkalardan Cihangire, oradan Erol Dernek'e ve Ağa Camii'ne çıktım.

Buradaki çok büyük kalabalık meydana yürüyor, polisin biber gazı sıkmasıyla geri koşuyordu, bu sabaha kadar böyle devam etti, Kapılarını yaralılara ve fenalaşanlara açan Starbucks'a girdim, biri maske vermişti, burada sütle limonla peçete vs ile biraz dinlenip devam ettim, Mis Sokak'a girmek istiyordum ama oranın hemen önünde TOMA'lar vardı, bir kaç kez denedim, o anda büyük bi saldırı oldu, 3-4 biber gazı birden attılar, kaçacak yer kalmamıştı, onbinlerce kişi izdihamla uzaklaşmaya çalışıyordu, ilk sağa girene kadar nefes alamadım, aldığım yarım nefes de acıydı, bayılacağımı hissettim bu sokağa kendimi atıp biraz sakinleştim, derken arkadaşlar geldi, "DAĞLARA GEL" çalıyordu sokaktaki kafede, büyük bir iski çukurunun olduğu sokaktı, ziraat bankasının köşesi. arladaşların getirdiği sprey ilacı mileltin gözüne sıkma görevini üstlenmiştik, kaçanlara anında tedavi yapıyorduk, kenarda bekleyen biri yanıma yanaşıp sen tıp mı okuyosun dedi, hayır dedim, ne iş yapıyosun adın ne gibi şeyler sordu, geçiştirdim, belli ki sivil polisti. 

Bir zaman sonra Jarden'e gittik. Bahçe kısmı açıktı ve ara ara gaz geliyordu, iç kısımda bekleşmeye daha doğrusu mahsur kalmaya başlamıştık. bir şekilde tehlike geçti ve 12 sularında tekrar istiklalde, 1 sularında sıraselvilerde, 2 de cihangirde, 4 te yürüyerek barboros bulvarı ve beşiktaş meydan civarında gösterilere destek verdik. ağa parkında ben çimlerde, arkadaşlar banklarda (tercih) yarım saat kadar kestirdik, uyandığımda göbeğimin üstüne bir simit koymuştu biri, ayrı bir kardeşlik kanıtı gibi hissettim bunu, ama köpek yalamıştır belli olmaz diye yemedim, sonuçta param vardı gidip bi yerde börek yedim.

Dün için söylenebilecek en önemli çıkarım; Bu ülkenin zorda kaldığında sağ duyuyla hareket edebilmesi güzelliğidir, zaman zaman anarşist gruplar, devrimciler, zaman zaman eşcinseller, zaman zaman holigan tribün taraftarları gördüm, seviye değişti ama amaç hep aynıydı, bu kadar kısıtlanmak istemiyoruz.

Bununla ilgili ters yönde propaganda yapan ve bunu galeyana gelmek olarak değerlendirmesine şaşırdığım bir güruh var bir de, "hepimiz ermeniyiz" sözünü anlayamayan, dinen caiz olmayabilir diye organ bağışı yapmayan bir toplulukta bunların olması normal, ama "şu varken nerdeydiniz" "bu olurken niye yapmadınız" gibi akla ilk gelen ilkokul seviyesi çıkarımlarda bulunulması da yoruyor insanı, çok önemsenecek durumlar değil tabi bunlar. hem tabi ki bunların karşı seviyesizlikleri de var bizim taraftan o da ayrı ama gerek yok bütün bunlara, toplumun nihayet belli bir yaşam alanı koruması sağladığı, isyan ettiği, "sizin gibi yaşamak istemiyoruz"u dillendirdiği, ayar verdiği ve belki hala vereceği, bu gün de devam eden büyük bir Sosyal Patlama yaşıyoruz.ama bunu yalnızca halk tv ve norveç televizyonlarından takip edebiliyoruz. 

son olarak gösteride edilen küfür ve yorumların içindeki hakaret içeren sözlerin hiç birine katılmıyorum, seviye önemli ve bu hareket ve yahut irade basitleştirilemeyecek kadar değerli.

19 Mayıs 2013 Pazar

4530

Yine yazma isteği geldi ve yinene yazacağımı tam olarak bilmiyorum, sadece sonsuz zaman çizelgesine bir çentik atmak istiyorum tam da gününde tam da zamanında, galiba oldu, galiba sonunda gerçekten bir dizi yaptık, holivıt özentisi repliklerden uzak, hep şansın/şansızlığın başrol oyuncusundan yana olmadığı, robin hutluktan tek başına bi ordunun arasına dalmaktan uzak, tamamen dram ya da tamamen komedi de olmayan, dramın içinden yükselen komedinin ikisinin en kesişimli en sentez ve bulamaç olduğu hazır duygulardan bir dizi yaptık.

çok alıştık öbür türlüsüne, başrolü tam imgeselleştirip her söylediğini aforizma sayan, satranç oynar gibi cevap verdiren daimi fit görünümlü karizmatik adamlardan seçerler, rollerin ağlamalarında bile inceden bir taşşak vardır sanki, kötü adamın her şeyi kötüdür, tam siyahtır. bi laf söylicekse de bi yere kadar gidip durur, sonunda eften püften herkesin üzerinde uzlaştığı bir mesaj vererek kapatırlardı.

bu öyle değildi, behzat ç hiç öyle olmadı, kişi olarak değil dizi olarak da öyle olmadı, hep ufak ayrıntılar, farkedilmeyi bekleyen ufak dokunuşların dizisi oldu, ne radikal bir sola hizmet etti ne çok düzgün bir adam oldu. içinde hepsinin sosu vardı "alnını dağ ateşiyle ısıtan yüzünü kanla yıkayan dostum" da vardı ama başrol oyuncusu gazete okumaya spordan başlardı. müdürün karşısında hep bir mağrur, verdiği cevapla bizim bin yıllık intikamımızı alacak bir kahraman olmasını bekledik hep, ama o bize istediğimizi vermedi.

bugün behzat ç. nin 96. ve son bölümünü seyrettim, cuma günü yayınlandı aslında ama televizyondan hiç takip etmemiştim. onu pazar sabahına sakladım. beni içten içe sarmalamayan, bunaltmayan, sıkmayan daha önümde saatler var diye düşündüğüm tek gün bugün. yarısına tecavüz edilmiş bir cumartesiden de burada ayrılıyor.

bu ülkede yaşayınca doğrudan çok çekmiş bi adam oluyosun, ne kadar şanslı büyüsen de, ne kadar iyi şartlarda yaşıyor olsan da sadece bu coğrafyada olmak bile bir hüzün katıyor hayatına, belki her yer böyledir bilemiyorum ama hep içerlerde bir hüzün, değişmesini istediğin bir şeyler var, anlatmak istiyorsun ya da sen değil başkaları senin anlatmak istediğini anlatsın istiyorsun ama en çok da birileri anlasın istiyorsun, travestiler öldürülen arkadaşları için kızılayda açıklama yaparlarken "cumhuriyet elden gidiyor" diyen sarışın ablaya hayalet "ne alakası var" diyince o abla artık böyle şeyler söylemesin istiyorsun.

herşeyi dozunda vermiş olmasıyla şimdiye kadar yapılmış bütün işlerden ayrışıyor behzat ç, seçilmiş gibi sağduyulu bi avuç karakterle yürüyen bir dizi olmamasıyla mesela.

alalade, daha altı ve daha üstü olmak üzere kendi içinde farklılıkları olan, iyi insan da olsa paraya karşı koyamayan, yani gerçekten uzaklaşmayan, çoğu konuda bir fikri olmayan, nerde ne yapacağını çoğu zaman bilememesiyle önceden yazılmışlıktan fazlasıyla sıyrılan müthiş karakterlerdir aslında dizinin sırrı, oynayan, ağlayan, türkü söyleyen, vuran, döven, söven, gözü kayan yani gerçek ve yapmacıksız karakterlerdir başarısının en büyük sebebi.

İçimizi böyle dağlatan, tüm harekete geçirdiği duyguları yarım bırakan, özgün bir diziye klişe bir replik yazmaktan korkuyorum ama çok ağlatan çok güldüren, tam bir intikam alamasa da çomak sokan, hatırlatan, hem toplumsal hem bireysel buruklukları gözümüze sokan ömrümün bir daha benzeri gelemeyecek kadar açıkara en iyi dizisine naçizane veda yazısı olsun.

11 Nisan 2013 Perşembe

babanektod

Beni çok tanrılı dinlere ilk yönlendiren babaannemin "kurban olayım seni veren allah'a" nidası olabilir.

3 Şubat 2013 Pazar

yorgunluktan

yorgunluktan;
başımağrımadığızamanallaallanedenbaşımınağrısıdurdukişimdi diye şaşıracak kadar yoruluyorum.

Umarım Tanrı son iki haftadır yıllık izinde falan değildir.
Kızın kulağında kulaklık varken sevdiğini haykıran dizi karakteri gibi olmayalım da.
Bi yerlere not alınsın bu çabalar.