Yine yazma isteği geldi ve yinene yazacağımı tam olarak bilmiyorum, sadece sonsuz zaman çizelgesine bir çentik atmak istiyorum tam da gününde tam da zamanında, galiba oldu, galiba sonunda gerçekten bir dizi yaptık, holivıt özentisi repliklerden uzak, hep şansın/şansızlığın başrol oyuncusundan yana olmadığı, robin hutluktan tek başına bi ordunun arasına dalmaktan uzak, tamamen dram ya da tamamen komedi de olmayan, dramın içinden yükselen komedinin ikisinin en kesişimli en sentez ve bulamaç olduğu hazır duygulardan bir dizi yaptık.
çok alıştık öbür türlüsüne, başrolü tam imgeselleştirip her söylediğini aforizma sayan, satranç oynar gibi cevap verdiren daimi fit görünümlü karizmatik adamlardan seçerler, rollerin ağlamalarında bile inceden bir taşşak vardır sanki, kötü adamın her şeyi kötüdür, tam siyahtır. bi laf söylicekse de bi yere kadar gidip durur, sonunda eften püften herkesin üzerinde uzlaştığı bir mesaj vererek kapatırlardı.
bu öyle değildi, behzat ç hiç öyle olmadı, kişi olarak değil dizi olarak da öyle olmadı, hep ufak ayrıntılar, farkedilmeyi bekleyen ufak dokunuşların dizisi oldu, ne radikal bir sola hizmet etti ne çok düzgün bir adam oldu. içinde hepsinin sosu vardı "alnını dağ ateşiyle ısıtan yüzünü kanla yıkayan dostum" da vardı ama başrol oyuncusu gazete okumaya spordan başlardı. müdürün karşısında hep bir mağrur, verdiği cevapla bizim bin yıllık intikamımızı alacak bir kahraman olmasını bekledik hep, ama o bize istediğimizi vermedi.
bugün behzat ç. nin 96. ve son bölümünü seyrettim, cuma günü yayınlandı aslında ama televizyondan hiç takip etmemiştim. onu pazar sabahına sakladım. beni içten içe sarmalamayan, bunaltmayan, sıkmayan daha önümde saatler var diye düşündüğüm tek gün bugün. yarısına tecavüz edilmiş bir cumartesiden de burada ayrılıyor.
bu ülkede yaşayınca doğrudan çok çekmiş bi adam oluyosun, ne kadar şanslı büyüsen de, ne kadar iyi şartlarda yaşıyor olsan da sadece bu coğrafyada olmak bile bir hüzün katıyor hayatına, belki her yer böyledir bilemiyorum ama hep içerlerde bir hüzün, değişmesini istediğin bir şeyler var, anlatmak istiyorsun ya da sen değil başkaları senin anlatmak istediğini anlatsın istiyorsun ama en çok da birileri anlasın istiyorsun, travestiler öldürülen arkadaşları için kızılayda açıklama yaparlarken "cumhuriyet elden gidiyor" diyen sarışın ablaya hayalet "ne alakası var" diyince o abla artık böyle şeyler söylemesin istiyorsun.
herşeyi dozunda vermiş olmasıyla şimdiye kadar yapılmış bütün işlerden ayrışıyor behzat ç, seçilmiş gibi sağduyulu bi avuç karakterle yürüyen bir dizi olmamasıyla mesela.
alalade, daha altı ve daha üstü olmak üzere kendi içinde farklılıkları olan, iyi insan da olsa paraya karşı koyamayan, yani gerçekten uzaklaşmayan, çoğu konuda bir fikri olmayan, nerde ne yapacağını çoğu zaman bilememesiyle önceden yazılmışlıktan fazlasıyla sıyrılan müthiş karakterlerdir aslında dizinin sırrı, oynayan, ağlayan, türkü söyleyen, vuran, döven, söven, gözü kayan yani gerçek ve yapmacıksız karakterlerdir başarısının en büyük sebebi.
İçimizi böyle dağlatan, tüm harekete geçirdiği duyguları yarım bırakan, özgün bir diziye klişe bir replik yazmaktan korkuyorum ama çok ağlatan çok güldüren, tam bir intikam alamasa da çomak sokan, hatırlatan, hem toplumsal hem bireysel buruklukları gözümüze sokan ömrümün bir daha benzeri gelemeyecek kadar açıkara en iyi dizisine naçizane veda yazısı olsun.