film kritik etçem.
11e10kala Pelin Esmer'in bir filmi,
Mithat Esmer ve Nejat İşler başrolde.
Neresinden başlasam bilemedim aslında, Sinematografisinden mi, oyunculuktan mı, konusundan mı yoksa hissettirdiklerinden mi...
Pelin Esmer'i tanıyorum, fakat bu kadar iyi olduğunu açıkcası bilmiyordum. tek filmlik başarının sahibi sanırdım, 3-4 dk önce filmin bitmesiyle değişti o algı bende, film sinematografik açıdan müthiş, bir metafor oluşturuyor ve film iç gıcıklayıcı bir şekilde bu metaforla bitiyor, görüntülerden, kadrajdan, kamera kullanımından çok haz aldığımı söyleyemem ama rahatsız edici değildi, sadece ekstra bir değer bulamadım, ses ve kamera senkronu oldukça farklı ve iyiydi, neyi duyururken neyi çekeceğini çok iyi planlanmış ve filme çok iyi katkı yapıyor. metafor haricinde karakter ile ilgili bilgilerin veriliş şekli de bunun filmin konusuna ve arşivciliğe uygun bir şekilde anlatılması da gerçekten olağanüstü.
Oyunculukta Nejat İşler etkisi fazlasıyla var, ama ara rollerden figüranlara kadar mühtiş bir gerçekçiliğin içine sokuyor izleyiciyi, tam tersine en birinci karakter ise "ben oyuncu değilim" diye bağırıyor, Mithat Esmer karaktere çok yakışmış. karakterin umursamaz havasını oyunculuğuna da birebir yansıtmış, filmin başından sonuna kadarki havasıyla öyle bütünleşiyor ki bu durum, yani başka bir filme gitmeyecek bir oyunculuk bu filmde cuk oturmuş, bir Catherine Burniaux gerçekçiliği olmuyor fakat, filmin vaadettiği de bu zaten.
Filmin vaadettiğiyle - gerçekçilik ikilemini şöyle açıkliym, Film arşivcilik konusdu üzerine, hayatta yayımlanmış, basılmış herşeye ama herşeye ilgi duyan ve bunu hiç ticari düşünmeyen, öyle çok çok da zengin olmayan bir adam ile geri kalan tüm gerçekler arasıdna geçiyor film. yan rollerdekilerin gerçekçiliği hiç abartılı değil, gaste bayiinin "bu gazeteyi bi sana getiriyoruz" diyişi hiç abartılı değil, yeğenin "amca sahaf-kafe açıyoruz, bunların bir kısmı orda kalsın" diyişi hiç abartılı değil, yöneticinin "burayı yıkıp site yapacaklar evlerin değer artacak" diyişi de hiç kötü niyetli ve yanlış değil, hatta kapıcının arşivi yavaş yavaş eritmesi de (hem de sayesinde kazandıklarına rağmen) hiç abartılı, yanlış ya da filmin kötü adamı modunda değil, bunalrın hepsi gerçek, üstelik acımasız gerçek de değil, gayet normal gerçek, yani herkesin gayet de yapabileceği bir hareket ve filmin de kötülediği bir davranış değil, film yargılamıyor, sadece iki kutbu veriyor.
Reel ile ideal arasında öyle muhteşem bir çizgi var ki bu filmde, adamın pazarlık yapması, sadece tutku duyduğu şeyi yapması ile ilgili öyle müthiş bir tasvir var ki filmde. İş yaşamıyla ilgili verilen ipucuyla da adamın ideasını anlıyoruz fakat bunun keskin bir ideal değil, reelin içinde yaşayabilecek kadar idea olduğunu da anlıyoruz. Fazlasını kendi özelinde yaşıyor oluşu ve dışarıyı tanıyor oluşu da yine çok başarılı tasvir ediliyor.
Herşeyden iki tane alması şahsen bende havada kaldı, önce birini kullanıp diğerini saklıyor sandım (içki şişesiyle bunu anlıyoruz) sonra fenerin birini kapıcıya vermesiyle koleksiyonuna mirasçı arıyor izlenimi verdi. sonra acaba ikinci olanları mı koliliyo diye düşündüm, bunda bir karara varamadım.
ve gelelim en önemli kısma,
Hissettirdiklerine.
Film öncelikle arşiv ruhunun inceliklerini hisettiriyor. ilaç verdiği adama, "kutusunu atma bana ver" demesi muhteşem bir ayrıntıydı, yeğenine aldığı ilk oyuncağın tarihini yazması ve "Ömer'e ilk aldığım oyuncak" diye not etmesi,eski yeni piyango biletleri, fişler, etiketler, pullar hiç ölmiycekmiş gibi bulduğu herşeyi hepsine ayrı özen göstererek saklaması...
Yani bildiğin beni anlatıyor film,
annemin aldığı ikramiyeyi yıllar sonra bir kitabın arasında bulup oyniym diye bana vermesiyle başladı arşivciliğim, kaliteli ve özenli bir arşivcilik olduğunu söyleyemem, para koleksiyonum da, jeton bilet koleksiyonum da iyi durumda sayılmaz, benim en büyük arşivim 15 yıllık sayılardan oluşan ve en çok yer kaplayan karikatür dergileri arşivim, fakat bunun haricinde de o kadar çok şeyi sakladım ki,
barışarock gönüllü kartımdan, gittiğim bir şehirdeki toplu taşıma kartına, kadifenin plakası yazılı benzinciden alınmış fişten aynı kadifenin ikiye bölünmüş anahtarına, annemin 15 yıl önce perdeye tutundurduğu maskot kediden, ilk işimin yolunun tarif edildiği not kağıdına kadar, nokianın çıkan tüm modellerinin broşürlerinden desingweek katalog ve kartlarına, tüm gittiğim filmlerin sinema biletlerinden, sevgilimin kafama fırlattığı taş parçacığına, bana yazılmış herşeyden, yazdığım herşeyin kopyasına, bilecikte duvara asılı fotoğraflarımdan, kabalcının çıkarmış olduğu tüm kitap ayraçlarına, kullandığım ilk parfümden taktığım tüm aksesuarlara, veremken hastanede kullandığım tüm ilaçların birer tane numunesinden, bir kaç düğün kartına, rozetlere, kartvizitlere, broşür, kartpostal, mektup, rozetlerim he bir de satın aldığım çakmaklarım var...var yani.
Son olarak Filmin ismine değinmek istiyorum.
Filmin ismi en iyi kısmı,reeli, ideali, ince ruhu, emeği, ve sonunda tüm bunların boşluğunu o kadar müthiş özetliyor ki isim, bir saat ismi gibi duruyor, fakat 11e 10 var, bu çabanın sonunun olmadığını özetleyebilecek en muhteşem isim. sırf ismi için bile izlenecek olağanüstü bi film yani.