27 Mart 2011 Pazar

marx'ın ikea ile imtihanı

ekonomi denen şeyi ilk üniversitede farkettim, o da çay bahçesinde canım gazete okumak istediği için, utanç verici ama itiraf ediym bildiğim ilk ekonomi yazarı da o dönem radikalde yazan Yiğit Bulut'tu.dolar euro tahminlerinden oluşan ekonomi yazılarından çabuk sıkıldım ama az çok ekonomi-iktisat kitapları okumuşluğum var, 

Geçenlerde Nazım Hikmet Kültür Merkezi'ne gittim, iş yerine yakın olduğundan bahçesine bayıldığımdan, çay içmeye sık sık giderim. dışarda servis çok yavaş, çaylar da soğuk gelir, içerisi zatten full, pastalar börekler insanı çekmiyor, albenisi yok, yani gideyim de Piraye'de bir gül böreği-çay yapayım demiyor insan gül böreği çok güzel olasına rağmen, mutfağa yakın bir camekanın içinde öylece duruyor, bu muhteşem mekan kahvehane zihniyetiyle ama en basit kahvede bulunan bir gazete standı olmadan yönetiliyor,Yukarı çıktım, kütüphaneye girdim bu kez, yoğun kitap kokusu bende kurcalama isteği uyandırdı, küçük denebilecek ama çok hoş kullanılmış bi yerdi, o daracık alana bi de kat çıkmak nefis fikirmiş diye düşündüm. Bi yerden başladım, ekonomi yazıyordu, kitapların yarısından çoğunda marx'ın ismi, 3 te 1 inde fotoğrafı, tamamında kuramı vardı, bi tanesine girdim, oturdum okumaya başladım, mekanda tek masa, karşımda bi üniversiteli çift vardı, belli ki ders çalışıyorlardı, çünkü sartre okuyorlardı, kitap baya sardı, iyi de anlatıyordu, bu süreç iş yerinden gerizekalı yakubun "olum bu link çalışmıyor alpaslan bey acil yollayın dedi 5 dakkalık iş yaa ayıp amke" şeklinde ki mesajına kadar sürdü, okuyasım kaçtı, çıktım. gerizekalıya yüzseksininci defa tarif ettim, pazartesi gidip yine kendim yaptım, 

Cumartesiydi, henüz saat erkendi, ne yapsam diye düşündüm, uzatmiyim ikea'ya karar verdim, ki ikea'ya gitmediğim zamanlarda da ikea'ya karar veren bi adamım, 

ikea bence çağımızın abartısız en muhteşem buluşu
ikea bence kapitalizmin geldiği son nokta
ikea bence ağrı dağına mistik bir çay kıvamında bakan doğu beyazıtın herhangi bir toprak damında(serbest çağrışım)
ikea bence özerk cumhuriyet olmalı

içeri girer girmez eski kitap kokusununtam tersi ama aynı çekiicilikte bir ahşap-plastik-ferahlık karşımı koku çarpıyor,

x-ray de teleonu yana koyarken ister istemez karşı duvara dik yağıştırılmış mutfak takımına bakıyorsunuz, acayiplikler burdan başlıyor,

içine çekiyor.

oklarla gidiş yönünü takip ettirmesi hiç bir şeyi kaçırmamanı sağlayan dahiyane ötesi bi buluş, kısayollar zaten aşmışlığının ıspatı,

üst kat koltuklar, mutfaklar dolaplar gibi büyük parçalar, alt kat aparatlar, gibi bir bölüm var, aynı mantıkla alt katta aparata bakan adam sosisle ayakta doyuyor, üst kattaki isveç köftesi, somon, yiyip manzaraya karşı kahve içiyor, çok bi manzara yok ümraniye ama konsept hep birbirini destekliyor.

bu anlattıklarım mantıklı diye yazdım, sevdiğimden değil, benim ikeada sevdiğim tek şey olağanüstü tasarımlı ürünler üretmesi, tasarım iyi, kalite orta olunca fiyat da yüksek olmuyor, yani ben sadece tasarıma para vermek istiyorsam, sadece tasarıma para veriyorum,

mektup zarfı kutusunu saklama kutusu gibi saçmalıkları da yok değil tabi, fakat tasarıma bakıp mutlu olmak ordan alınan yegane hazdır bende.

tam bir kapitalist ikea, bütün nimetlerinden ayrı ayrı faydalanıyor, özendirerek satıyor, fazla eleman çalıştırmayarak kazanıyor, sürümden kazanmanın kitabını yazar zaten, her yıl ucuz ve tek parça bir star yaratıyor, bu önce kalpli ve kolları olan yastıktı, sonra kavisli ayna oldu, beyaz kalın rafları çok tutuldu sonra.

avize(CYLİNDRE) beğeniyosun, 24.90TL, iyi lan diyosun alıosun, aparatı ayrı masrafmış, aldık artık diyosun 5.90TL de o, ama kablosu uzun olanı istersen 8.90TL de ona veriyosun, ampül zaten ayrı para, onu tahmin ediyosun, eve gidip takıyosun, arkadaş olmuyor, orda durduğu gibi durmuyor, acaba onu gösteren karşı duvardaki ayna(MÖRREN) mıydı diyosun, yansıyor falan aynı ışığı öyle verir heralde diyosun, onu da alıyosun, yapıştırma seti tabi ki ayrı para, sonra yine olmuyor, tam rafı da alıcakken bi duruyosun, ilerde saat(CLOßEN) de varmış, acaba mı diyosun, saat alsan pili, raf(ANTONİUS) alsan dübeli(DUBB) var, ayrıca duvar stickerları(STÖKRE) da fena dilmiş, çerçeve evde çok var zaten fotoğraf kalmadı boş ikea çerçevesi(LANGASJO) asıcam yakında, acıktığını farkediyosun, dur bir ayaküstü sosisli yerken bunu düşüneyim diyip, zaten en fazla 2 tane içebileceğin kolaya sınırsız diye verdiğin parayı az bulurken kendine yakalanıyosun, ulan ben çok pis taşşa geliorm galba diyosun, her gelişinde mutlaka buraya uğradığını farkediyosun, hardalı abartıyosun, 

küçükken de döneri güzel diye gittiğin, dinciler diye uyuz olup, batmaları için abartılı peçete aldığın bereket döner geliyor aklına, onlar peçeteden batmadı, bunlar da hardaldan batmayacak diyip, dübelleri ağırlık yapmasın diye montun cebine koyuyosun,

yani tam bir tuzak bu ikea, ama bayılıyorum, eminim marx da olsa her cumartesi orda olurdu, "ulan bu iyiymiş aslında sırf üzerinde fotoğrafım olan kitapları saklamak için battal boy hasır saklama kolisi (PJATTÆRYD) alsam mı" diye.

güneşli güzel günlere inanan mutlu yusufçuk

Güneşli güzel günlere inanan mutlu yusufçuk;

senin ben ejdadını skiym...

bizi de umutlandırdın boş yere,

9 Mart 2011 Çarşamba

çok kötü rüya

Dün Gece Bi Rüya Gördüm...

böyle film vardı ama ben direkman içerdiği anlamı kastediyorum,

evet dün gece bi rüya gördüm,
kötü rüyalara kabus demeyi bi öğrenemedim, ama kabus bile az kalır bu rüyanın yanında,

ömrümde görmediğim kadar acımasızdı, adi bir komediyle demirrkubuz acımasızlığını iç içe veren garip bişeydi

şimdi anlatınca daha iyi anliycaksınız ama bu bi rüya dil, bi mesaj falan mıydı diye düşündüm, ya da ne biliym bişey mi çıkarmalıyım acaba bundan, ama sabahın 5inde kaldıran, uyutmayan, öğleye kadar sus pus eden aklımdan çıkmayan, korkudan karnıma ağrılar girdiren bu rüyayı sırf unutmiyim diye yazmaya karar verdim. ilerde itin biri olursam okuyup kendime gelirim belki...

öncelikle anlık bişey diildi, gerçek olduğuna inandırıcak kadar bitmek bilmeyen uzunluktaydı, kendime zor gelmem de bunun etkisi büyük, dizi gibi film gibi aktı gitti, baya baya sahneleri vardı.

açılış


Bi kızla birlikte olmuşum, kim bilmiyorum ama bu kısmı yoktu rüyada, sadece bir rahatlama hissiyle başlıyor, zaten bilsem de yazmam ama esmerdi onu hatırlıyorum.

rahatlama hissiyle uzanıyorum, ya kızın kocası ya da kendisi, orasını da tam çıkaramadım, çok basit bi şekilde, bıçakla penisimi önce oyuyo, sonra dibinden koparıyo, geç dank ediyorum, önce geri yerine takılıcak kadar basit bişeymiş gibi düşünüyorum, öyle olmadığını farkedince bi içim çekiliyo, acı duymuyorum, biraz kasılıyorum, karın ağrısı başlıyo, al diyo veriyo elime(ironik), bi kutuya koyup kutuyu cebime atıyorum.(ne kutusu olduunu sölemicem) acile gidicem ama şok olmuşum,


evden çıkış


Eski evdeyim, dışarı çıkıyorum, kimse olayı sallamıyo, herkes "senin sorunun" der gibi bakıyo, hatta amcam gülüyo falan, kızıyorum amcama saldırıyorum, neyse biniyorum taksiye, kimi düşünsem o an takside görüyorum, mahalleden birileri, arkadaşlar, liseden bi iki kişi, değişik okullardan falan, önde de tanımadıım bi herif oturuyo,

derede internet kafenin önünden biniyorum, etfale gitcez, yarım saat geçiyo yine kafenin oraya çıkıyoruz, deliriyorum, yaa diyorum ne dönüyosun, trafik yeni açıldı diyo, bu sefer de çok yavaş kullanıyo, gebericem sıkıntıdan, kardeşim acile yetişcem ağır hasytayım diyorum, tanımadığım adam arkasını dönüp bişeyin görünmiyo diyo gülerek, veremim diyorum, hadi ordan yoksa şeyin mi koptu diyo, ne alakası var diyorum,

hastane
hastaneye gelmek kolay olmuyor, deminki başlık öyle kolay geçmiyor,aklıma 15:12 miydi bi film vardı, o geliyor, çocuğun penisi minibüs kapısı kapanınca kesiliyodu, 15 dakka kendime gelememiştim izlerken, çok gerçekçiydi,
neyse bi odaya giriyorum, dahiliye gibi bişey yazıyor kapıda, durumum çok acil neyin ne olduğuna karar vericek zamanım yok, kulak-beyin-cilt sışında herşeyi için dahiliyeye gidiliyo diye biliyorum zaten, içeri büyük bi kafile olarak giriyoruz, girer girmez ucu oyulmuşu doktora tutuyorum, doktor öylesine bir bakıyor, yanlış geldiniz der gibi, çok ilgilenmiyor, derdimi anlatıp direk soruyorum, seks hayatım bitti mi, içimden de o kadar kötü olamaz diye kendime teselli veriyorum, doktor uzatmıyor "kesinlikle" diyor. peki ereksiyon da mı olmaz diyorum, masada duran hesap makinasına uzanııyor kabarık saçlı yaşlı doktor, biraz uğraşsam bir mantığa oturtabileceğim sayılarla 4 işlem yapıyor, bişeyle toplayıp bişeye bölüyor, 160'ı böldüğünü görüyorum, sonuç 45 çıkıyor, 45 derece kalkabilir diyor, düşünüyorum, parmağımı pergel gibi kullanıyorum, yok, çok az, diktirmek için acile git hemen diyor,

Buhran
yok artık yaşanmaz, ölmeliyim diyorum,kesinlikle ölmeliyim, acı vermiyor ölme fikri, ama hala karnım ağrıyor, peki nası ölücem, hemen ölmeliyim, kimse duymadan, intiharı engellemeden, allaım diyorum 100bin borcum olsaydı da bu olmasaydı, ya da bi kaç bişey daha olsaydı da bu olmasaydı, böyle ızdırap mı olur diyorum, acili arıyorum, etfali otobüs garı gibi görüyorum, sağa sola koşmaktan acil bulamıyorum, bana acili üniversiteden olduğunu demin çözdüğüm esmer bi kız gösteriyo, tam arada kalmış bir kapının üzerindeki "13.acil" tabelasını görüyorum, orda bitiyo, uyanıyorum

kızın alageyik gibi bi ismi vardı tam çıkaramadım, güzeldi ama arkadaşım falan da dildi, ilginçtir bi kere bile aklıma gelmemiştir, hatta ben liseden falan sanıodum o simayı, üniv olduğunu yeni farkettim, öyle bir geçer zaman ki deki aylin e benziyodu...

vay amke
işte o an farkettim ki ben "öyle bir geçer zaman ki" yi izleyip yattım, orda sakat herif gerdek gecesi tam kızın üzerine çıktığında nöbet geçirip hayvan gibi ağlamıştı, arkadaş bunun etkisinde kalınır mı yaa, resmen ömrümün en kötü saatlerini geçirdin bana kodumun dizisi...